Arşivler

S7B3; “Çalışan Bağlılığı” nasıl sağlanır?

 Bir Sorum Var’da bu bölümün sorusu; “Çalışan Bağlılığı” nasıl sağlanır?

🌟 Bu bölümde şirketlerin önemli gündem maddelerinden biri olan “çalışan bağlılığı” konusuna değindik. Yola çıkış noktamız Gallup’un 2023 yılı verilerinde açıkladığı %23’lük global bağlılık oranı oldu. Anlaşılan o ki, yüksek bağlılık sağlamaya çalışırken % 20’lerde bir bağlılık oranı ile karşı karşıya kalmak, şirketleri bu konuyu masaya yatırmaya davet ediyor. 

🌟 Çalışan bağlılığı ve aidiyeti güçlendirmek için yapılması gerekenleri masaya yatırıyoruz.

Keyifli dinlemeler…

Merak

Fotoğraf: Pixabay

Geçenlerde yazdığım bir yazıda, merak ve öğrenme arasındaki ilişkiden, merakın zihni özgürleştirme gücünden söz ettim. Yazıyı paylaştıktan hemen sonra da merak kelimesinin sözlükteki anlamından tam anlaşılmayan ve pek de pozitif olmayan bir anlamı daha olmasından yola çıkarak, bu anlam kapsamında merak duymanın mümkün olduğunca hayatın dışında tutulmasının önemini hatırlamak ve hatırlatmak gerektiğini fark ettim. 

Merak dediğimizde aklımıza, yeni şeyleri merak etmek ve bu merak duygusunun doğurduğu öğrenme isteği gelse de merak ve onun doğurduğu öğrenme isteği yeni bilgilere yöneltilmekten uzaklaştırılıp insanlara ve onların yaşamlarına yönelmeye başladığında, sahip olduğu güçlü anlamı yitirme olasılığı taşımaya başlıyor. 

Burada sözünü ettiğim merakı fark etmem, uzun yıllar öncesine, bir iş gezisi için ilk kez yurt dışına çıktığım günlere dayanır. Bir gün bir alışveriş sonrası ödeme yapmak üzere uzun bir kuyrukta beklerken, kimsenin birbirine bakmadığını, herkesin kendisiyle ilgili olduğunu fark edip ister istemez yakın zamanda kendi ülkemde beklediğim pasaport kuyruğu ile karşılaştırmıştım. Bizim pasaport kuyruğu, diğerlerinin ne konuştuğunu duymaya çalışanlar, önlerinde arkalarında olan insanların konuştuklarına karışanlar, birbirinin giysilerini gözünü dikip inceleyenler, yani birbirinin hayatını merak eden kişilerden bol miktarda barındırırken, burada gözlemlediğim kendi kendinelik beni çok şaşırtmıştı. 

Merakla ilgili söylemek istediklerim de buradan doğdu. Merak iyidir ve bizi geliştirir cümlesi son derece doğru, ama başkalarının hayatlarına yöneltilen gereksiz merak, ne yazık ki içinde gelişim ve ilerlemeye dair pek bir şey barındırmadığı gibi, diğer kişilerin yaşam sınırlarının ihlali anlamına da gelme riski taşıyor. Hatta bana kalırsa kediyi öldüren merak da buna benziyor. Tam da bu yüzden kendi içimizde barınan merakı yakından takip etmek ve doğru tarafta durmasını sağlamak önem taşıyor.

İŞ VE ÖZEL YAŞAMDA DENGE Mİ, UYUM MU?

İş ve özel yaşam arasındaki denge mevzusu uzun yıllardır hem şirketlerin hem de çalışanların gündeminde. İş yaşam dengesini sağlamak adına şirketler politikalar geliştirmeye çalışırken, çalışanlar bu dengeyi kurmakta zorluk çekebiliyorlar. Üstelik bu dengeyi mükemmel şekilde kurmada yaşanan zorluk zaman zaman yüksek düzeyde stres de yaratabiliyor. 

Denge sözcüğünün metaforu genellikle terazidir. Denge denildiğinde bir kefeden eksiltme ya da diğer kefeye ilave etme eylemleri sonucunda aynı hizaya yani dengeye gelen bir terazi gelir gözümüzün önüne. Bu dengeli hizalanma ilk bakışta iyi görünse de içinde biraz da risk barındırır. Denge kurma çabası ile sürekli birinden alıp diğerine aktarılmaya çalışılan yaşam zamanları ve enerji, bu anlamda birbirinden rol çalmaya çalışan yaşam alanlarının çatışması ile sonlanabilir. Çünkü denge yaratma çabası eşit bir paylaşım sağlama arzusu doğurma riski taşır. Oysa hayat eşit paylaşım sağlama konusunda pek de iyi değildir. Hatta belki olmaması da gerekir.

Amazon’un kurucusu Jeff Bezos bu konuya değindiği bir konuşmasında iş yaşam dengesinden söz etmenin doğru olmadığını, onun yerine iş yaşam uyumunun ön plana alınması gerektiğini, çünkü bu ikilinin bir dairenin içinde yer alan iki alan olduğunu vurguluyor. Bezos’un sözleri, insanın ve sahip olduğu yaşamın iş ve özel yaşam olarak bölünmesinin mümkün olmadığı, insanın da sahip olduğu yaşamın da bir bütün olduğu gerçeğinin altını çiziyor. Bu bütünün içinde denge kurmak adına bir parçadan diğer parçayı keskin bir şekilde ayırmaya çalışan tutum ve yaklaşımlar, ortaya çıkması beklenen olumlu sonuçların önündeki en büyük engelleri oluşturuyor. 

Dengeye göre bakıldığında uyum daha doğal, sürdürülebilir ve esnek bir yaklaşımı beraberinde getirme ihtimaline sahip. Uyumun olduğu yerde olası denge bozulmalarını tolere etmek, bütüne odaklanmak ve deneyimin tadını çıkarmak daha olası oluyor.

Nasıl ki bir orkestra, çaldığı müzik parçasını tam da olması gerektiği gibi dinleyiciyle buluşturmak için zaman zaman bazı enstrümanların daha sessiz çalınarak diğerlerinin ön plana çıkmasını sağlamaya çalışırsa ve o sırada biz izleyenler oradaki uyumu rahatlıkla görür ve duyarsak, yaşamlarımız da kendi bütünlüğü içindeki uyumu sağlayacak benzer ayarlamalara ihtiyaç duyabiliyor. 

Bu noktada iş ve özel yaşam arasındaki ilişkide peşine düşülen kavramı, denge yerine uyumla değiştirmek, üzerinde düşünülmeye değer bir konu gibi görünüyor. Üstelik iş yaşamında yerini hızla almakta olan Z kuşağı çalışanların esneklik ve özel yaşam konusundaki tercihleri göz önüne alındığında, bu konuda düşünmeyi pek de geciktirmemek gerekiyor.

Geçmişin Bilgeliğinden Bugüne Bir Hediye: Doğruluk, Gerçeklik, İşe Yararlık Filtresi

Image by Annie Spratt from Pixabay

Bir tanıdığı Sokrates’le sohbeti sırasında “Arkadaşın hakkında neler duydum biliyor musun?” diye sorar. Sokrates, devam etmesine izin vermeden, “Bir dakika, bir şeyler anlatmaya başlamadan önce söyleyeceklerini üçlü filtre testinden geçirelim.” der ve devam eder. “İlk filtre gerçeklik filtresidir, bana söyleyeceklerinin doğruluğundan emin misin?” Adam cevaplar “Şey, tam olarak değil, sadece duydum ve” Sokrates adamın sözünü keser, “Yani bana söyleyeceklerinin doğru olup olmadığını bilmiyorsun. O halde ikinci filtreye geçelim. Bu filtre iyilik filtresi. Arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey iyi şeyler mi?” Adam cevaplar “Yok aslında tam tersi.” Sokrates adamın sözünü tekrar keser ve “Yani bana onun hakkında doğruluğundan emin olmadığın, kötü bir şey söyleyeceksin. O halde sıra söyleyeceklerinin işe yarar bilgiler olup olmadığı ile ilgili olan son filtrede. Söyleyeceklerin benim işime yarar mı?” Adam sıkılarak cevaplar “Pek değil.” Sokrates “Bana arkadaşım hakkında doğruluğundan emin olmadığın, kötü ve işime yaramayacak şeyler söyleyeceksin, bence söylenmeye değmezler, unutalım gitsin.”

Sohbet ederken, geribildirim verirken, hatta sosyal medyada paylaşım yaparken, “doğruluk, gerçeklik ve işe yararlık” filtrelerinden oluşan bu bilge testi hatırda tutmak, dedikodunun, birbiri hakkında dayanaksız konuşmanın, doğruluğunun teyit edilmediği bilgilerin paylaşılmasının önüne geçerek, güvene dayalı güçlü ilişkiler için önemli bir alt yapı oluşturuyor. Hal böyle olduğunda dedikodu ve söylentilerle büyüyen ve bulaşan toksik yani zehirli ve sağlıksız iletişimin ortadan kalkması da kolaylaşmış oluyor.

Yaklaşık 2400 yıl öncesinin bilgeliğini bugünkü davranışlara yerleştirmenin gerek iş yaşamında gerekse yaşamın diğer alanlarında giderek daha gerekli hale geldiğini düşünerek, bir Pazar sorusuyla bitirmek istiyorum:

Bir şeyler söylemeden önce “doğruluk, gerçeklik ve işe yararlık” filtrelerinin hatırlanmasının yaşadığım topluluklarda alışkanlık haline gelmesi için ben neler yapabilirim?

2023’e başlarken üzerinde düşünülecek 5 soru

Yeni başlangıçları severiz. Eskiyi geride bırakıp yeniye başlarken yeni bir şeyler yapma fikri de iyi gelir. Belki tam da bu yüzden yeni yıl, spora başlama, sağlıklı beslenme ve kilo verme dönemidir, bol bol kitap okuma, kendine daha çok zaman ayırma, sosyal medyayı daha az kullanma, yeni bir hobi edinme, yeni bir şeyler öğrenme ve daha pek çok yapılası şeyi yapma zamanıdır. Yani istenenleri yapmaya yönelik kararların hayata geçirilmesinin arifesidir yeni yıl. Başlangıçta son derece hevesle listelenen bu kararlar dizisi çoğu zaman beklendiğinden anlamlı ve önemli kararlar elbette ama nedense çoğu zaman yılbaşında alınan kararlar kısa ömürlü olur ve bu kararların birçoğu bir sonraki yılın aynı zamanlarının yeni kararları listesine eklenmek üzere nadasa bırakılır. Yeni yıl için özenle hazırlanan karar listeleri, kararlılıkla sürdürülenler yerine yarı yolda kalanlardan oluşan listelere dönüşür.

Ortaya çıkan bu sonucun iki nedeni olabilir: Yılbaşı kararları aslında yürekten istenen sonuçlara götürecek kararlar değil de alışkanlıkla dile getirdiğimiz cümlelerden oluşabilir. Ya da bu kararlar yürekten inanılan ve ulaşılmak istenen sonuçlara yönelik kararlar olmalarına karşın uygun başlama zamanı henüz gelmemiştir.

Peki o zaman ne yapmalı? 

Yıl başında doğrudan kâğıdı kalemi alıp yeni yıl kararları listesi yapmadan önce aşağıdaki sorular eşliğinde kendimizle biraz çalışmak fena fikir olmayabilir. 

Tamamlanan yıldan önümüzdeki yıla taşımak istediğim neler var? 

Önümüzdeki yıl kendimden neler bekliyorum?

Önümüzdeki yıl boyu yapmayı tasarladığım neler var?

Her birinin benim için anlamı ne?

Peki bunları nasıl yapacağım, ne zaman başlamam ve neler yapmam gerekli? Bu çalışma sonrasında, beklenti ve tasarlananlarla uyumlu kararların (karar yerine hedef veya adım da denebilir) cümlelere dökülmesi kolaylaşacaktır.  Üstelik böyle şekillenen cümlelerden oluşan listeler, yarı yolda bırakılacakların değil, yıl boyu kararlılıkla sürdürüleceklerin listeleri olmaya da güçlü adaylar olacaktır.

Etkin Delegasyonu Güçleştiren Yönetici Yaklaşımları

İş yaşamında etkin çalışmanın ve iyi sonuç ortaya koymanın temelinde yer alan faktörler arasında yönetici ve çalışan arasındaki iş aktarma yani delegasyon ilişkisinin doğru kurgusu yer alıyor. Yöneticinin işi delege etme konusundaki yaklaşımlarını farkındalıkla yönetmesi, iş sonuçlarını ve çalışan gelişimini destekliyor. Delegasyonun yani iş aktarımının doğru yapılması çalışanın yaptığı işin sahibi olduğunu fark etmesini sağlıyor.

Bu konuda yöneticilerin göz önünde bulundurmaları gereken pek çok parametre olsa da bana göre bunların içinde üç tanesi hızla fark edilmesi gerekenler arasında yer alıyor. 

  1. Ben senin yerinde olsam yaklaşımı: Yol gösterici olma şapkasının altına saklanan bu yaklaşım, yöneticilerin kendi deneyimleri doğrultusunda yapılması gerekeni dikte ettirmeleri halini tarif ediyor. Son derece iyi niyetle başlayan “Ben senin yerinde olsam bu durumda …. yapardım?” İle başlayan cümleler çalışanın doğrudan yöneticinin aynısı olmasına bir davet çıkarma riski taşıyor.  Bu noktada, ben senin yerinde olsam demek yerine, “Sence ben senin yerinde olsam bu durumda ne yapardım?” ve “Bu durumda sana göre yapılacak şeyler neler?” sorularını sormak çalışanın konuya farklı açılardan bakmasını ve izlenecek yola dair kendi bilgi ve deneyimlerinin sentezini ortaya koymasını destekliyor.
  2. Biz de aynı yollardan geçtik yaklaşımı: Yöneticilerin tekerleği ikinci defa keşfetmenin ne alemi var düşüncesinden yola çıkarak dile getirdikleri bu cümle bazı durumlarda yardımcı olsa da bazı durumlarda değişen zamanı, koşulları ve kişilerin sahip olacağı farklı bakış açılarını yok sayma riski taşıyor. Bu yaklaşımla davranmadan önce çalışanı dinlemek, mevcut duruma onun nasıl baktığını ve neler yapmayı düşündüğünü anlamak ve uygun durumlarda çalışanın kendi yolunu denemesine izin vermek çalışanın gelişimini ve farklı çözüm üretme becerilerini destekliyor. 
  3. Benim haberim olsun yaklaşımı: Yakın kontrolde kalarak aksaklıkları engelleme ihtiyacı sonrası ortaya çıkan bu yaklaşım mikro yönetime ve çalışanda ciddi kafa karışıklığına dönüşme riski taşıyor. Yöneticinin çalışanlarına yönelttiği bazen “neden haberim olmadı” bazen de “her şeyi bana mı soruyorsunuz” soruları, çalışanların yöneticilerini hangi durumda haberdar edip hangi durumda kendi kararlarını verebilecekleri konusunda kararsız kalmalarına neden oluyor. Bu durum çalışanlarına benzer cümleler söyleyen yöneticilerin kendilerine sormaları gereken bir soruyu çıkarıyor karşımıza: “Böyle davranarak sorumluluk alanımdaki her şeyin mümkün olan en iyi şekilde yapılmasını sağlamaya mı çalışıyorum, yoksa kendi mükemmel yönetici olma tanımımda yer alan, benim sorumluluk alanımdaki her şey kusursuz olmalı beklentim nedeniyle her şeyi kontrol etme çabasında mıyım?”

Belki düşünmek istersiniz…

Kendine Ait Bir Zaman

Zaman enteresan bir kavram. Son derece eşit ve adil, hatta dünyadaki tek adil kaynak bile demek mümkün, ancak kimimiz onunla çok barışıkken kimimiz biraz küskün. Kimimiz onu kovalarken, kimimiz onun içinde yapması gereken her şeyi yerli yerine yerleştiriyor. Zamanın içine doğru yerleşmek çok önemli bir konu elbette ama o bu yazımın konusu değil.

Bu yazıda zamanın içine yerleştireceğimiz kendimize ait, sadece kendimizle geçirilmesi gereken bir zamanı yaratmaktan söz edeceğim. Bu konunun çok değerli olduğunu düşünüyorum çünkü her ne kadar bir ömür boyu en çok kendimizle beraber olsak da, sadece kendimizle kalıp, kendimizle düşünmeye ne kadar kaliteli zaman ayırıyoruz ondan çok emin değilim. 

Bundan birkaç yıl önce dinlediğim bir genç konuşmacı her hafta sonu kendine ayırdığı kendi kendine düşünme zamanlarından söz etmiş ve düşünmenin çok önemli bir eylem olduğunu belirtmişti. Hemen bu dinlediğim konuşmanın peşi sıra benim kendi konuşmalarımdan birinde bir katılımcı insanın kendisine tümüyle kendisine ait zamanlar yaratıp o zamanın içinde sadece kendi kendine kalması gerektiğine inandığını söylemişti. O kadar hoşuma gitmişti ki, kitabım Pollyanna Mutlu muydu’da söz etmiştim bu anımdan.

Bu hafta bu iki hikayeyi farklı nedenlerle hatırlama alanıma çağırdım ve ne kadar anlamlı bir ortak mesaj içerdiklerini düşündüm bir kez daha. 

Tam bu hikayelerin hakkını vermek üzere kendime ait zamanlarımı gözden geçirmeye çalışırken, uzun zamandır keyifle takip ettiğim Daniel Pink’in videolu bir podcast’i  düştü eposta kutuma. Pink George Schultz’un haftada bir gün, bir saat boyunca yanına sadece kağıt, kalem ve düşüncelerini alarak tek başına oturup gelecek odaklı ve stratejik düşünme alışkanlığını anlatıyordu.  

Bu kısa videoyu izlediğim anda, az önce sözünü ettiğim anılarım canlandı gözümde ve bu üç hikaye birbiri ile kaynaşıverdi. 

Yaşam ne kadar telaşlı ve koşturmacalı geçerse geçsin haftada belli bir süreyi sadece kendine ait bir zaman olarak ayırmak ve o zamanda her türlü bölücü aktiviteden, sosyal medyadan, teknolojik cihazlardan uzaklaşıp sadece bir kağıt ve kalemle baş başa kalmak, büyük düşünmek, hayal kurmak ve geleceğe bakmak için zihni serbest bırakmak nasıl olur acaba? Yalnız önemle belirtmeliyim ki, bu zamanın gerçekten değerli bir zamana dönüşebilmesinin bana göre bir de şartı var. Geçmişten gelen “neden” ve “keşke” sorgulamalarının ve olası negatif gelecek senaryolarının bu zamanı işgal etme ihtimalleri olduğu için onları kapının dışında bırakmak gerekiyor.

Hazır hafta sonu da gelmişken denemeye değer diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Yetişkin Liderler

İş yaşamı yapılan işin de ötesinde bir ilişkiler ağı üzerinde yol alıyor. Şirketlerde yaşanan herhangi bir problemin kökü bir şekilde ilişki yönetimiyle ilgili bir sıkıntıya dayanıyor. Özellikle yöneticiler ve çalışanlar arasındaki ilişkilerin sağlam bir zemine yerleştirildiği şirketlerde odağı işte tutmak ve problemlere çözüm bulmak çok daha kolay hale geliyor. 

İlişki yönetimi denildiğinde aklıma gelen konuların başında Eric Berné tarafından 1950’lerde geliştirilmiş olan Transaksiyonel Analiz yer alıyor. Eric Berné teorisinde bireylerin sahip olduğu üç ilişki yaklaşımından söz ediyor: Ebeveyn, Yetişkin ve Çocuk. Bana göre iletişimi anlamlandırırken çığır açan bir bilgi olan bu teori, iş yaşamında lider ve çalışan ilişkilerine de ışık tutuyor. 

Bireyler “Ebeveyn” yaklaşımlarını yaşamlarının ilk yıllarında ebeveynlerinden gözlemledikleri davranışlarla yapılandırıyorlar. Ebeveynler çocuklarına ağırlıklı olarak otoriter veya koruyan kollayan tarzda yaklaşıyorlar. Otoriter tarz genelde ben ne dersem yapılacak davranış biçimini, koruyan kollayan tarz ise, sen dur ben senin yerine yaparım davranış biçimini içeriyor. 

“Çocuk” yaklaşımı da yine yaşamın ilk yıllarında ebeveynlerin gösterdikleri davranışların ortaya çıkardığı sonucunda ortaya çıkıyor. Ebeveynlerin ağırlıklı otoriter davranışları sonucunda çocuklar ya asi birer çocuk oluyorlar ya da anne baba ne derse kabul eden uyumlu çocuklar. Bir üçüncü seçenek de anne babanın söylediklerini kabul etmiş gibi görünüp yine bildiğini yapma davranışı şeklinde kendini gösteriyor. İleri derecede koruyan kollayan davranışlar karşı tarafta şımarık davranışları ortaya çıkarıyor. 

“Yetişkin” yaklaşımı ise yaşam deneyimleri sonucu öğrenilen davranışlarla yapılanıyor. Karşılaşılan problemlere üretilen çözümler, yaşanan zorluklar sonrası öğrenilenler, durumu anlamaya ve analiz etmeye ve ona yönelik çözüm üretmeye yönelik düşünme süreçleri, yetişkin rolünü geliştirmek konusunda yardımcı oluyor.

Peki bu anlatılanların liderlikle ne ilgisi var?

Transaksiyonel Analiz ilişki modelinde temel özelliklerden biri olan “Ebeveyn” ve “Çocuk” yaklaşımları arasında hareket eden çalışma düzeni, iş yaşamı ilişkilerinde zorlanmanın temel nedenleri arasında yer alıyor. 

Hiyerarşik yapının hakim olduğu kurumlarda zaman zaman yöneticilerin ve liderlerin kendilerini ebeveyn konumuna yerleştirdikleri gözlemleniyor. Kendini “ebeveyn” konumuna yerleştiren yöneticiler farkına varmadan çalışma arkadaşlarının kendilerini çocuk konumuna yerleştirmelerine neden oluyorlar. 

Hal böyle olduğunda, kendimizi bir anda otoriter yöneticiler ve asi çalışanlar, otoriter yöneticiler ve ne denirse peki diyen çalışanlar veya otoriter yöneticiler ve peki demesine karşın kendi bildiğini yapmaya devam eden çalışanlardan oluşan ekiplerle veya aşırı hassas ve koruyan kollayan yöneticilere ekip arkadaşlığı yapan şikayetçi, mutsuz, yakınan ve hafif şımarık çalışanlarla karşılaşmış buluyoruz.

Gözlenen her iki durum da beklenen verimlilikten, çalışma keyfinden, yaratıcılıktan tamamen uzak, birbirini anlamaya çalışıp işin içinden çıkamayan insanların yer aldığı, sağlıksız ilişkiler nedeniyle işlerin istenildiği gibi yürütülemediği durumları ve pek de sağlıklı olmayan yönetici-çalışan ilişkilerini çalışma yaşamının zorlu gündeminin ortasına bırakıveriyor. 

Sağlıksız ilişkileri sağlıklı hale dönüştürmenin ilacı da yine Transasksiyonel Analiz kuramının içinde saklanıyor. Kuramının işleyişi gereği taraflardan biri ilişkiyi “Yetişkin” düzlemine taşımayı başardığında, diğer taraf da o düzlemden düşünmeye ve davranmaya başlıyor. “Yetişkin” yaklaşımı, ilişkiyi hiyerarşik olmaktan kurtarıyor ve objektifliği, çözüm ve sonuç odaklı düşünmeyi, yargılamadan davranabilmeyi beraberinde getiriyor. 

”Yetişkin – Yetişkin” iletişiminin yer aldığı bir çalışma düzenini tesis eden liderler ve yöneticiler, kurumun işleyişinin de sağlıklı bir hale gelmesini sağlıyorlar. 

İlişkileri bu düzleme taşıma konusunda liderlere ve yöneticilere destek olabilecek en iyi yöntem öz farkındalık ve öz değerlendirmeden geçiyor. 

Bu konuda zaman zaman kendimize aşağıdaki soruları sormak ve verdiğimiz cevaplara göre ilişkide kendimizi konumlandırdığımız yeri fark etmek, sağlıklı iş ilişkileri ve etkin iş sonuçları açısından önem taşıyor:

  1. Kendimi ekip arkadaşlarımla konuşurken ne sıklıkta sert, yüksek sesle ve hatta kızgınlıkla bağırarak konuşurken yakalıyorum?
  2. Yaşadığım durumlara yönelik ne sıklıkta şikayet ediyorum? Ne sıklıkta durumu olduğu gibi tarif edip, çözüm üretmeye çalışıyorum?
  3. Ne sıklıkta işlerin sorumluları tarafından yapılmadığından yakınıp, sonra da onların yapmadıklarını kendim yapıyorum?
  4. Ne sıklıkta gerçek bir yetki devri ve gerçek bir sorumluluk aktarımı yapıyorum, ne sıklıkta ipleri hep kendi elimde tuttuğumu gözlemliyorum?
  5. Birlikte çalıştığım kişilerin yaptıkları işlerin sorumluluğunu üstlenmelerine ne kadar izin veriyorum?
  6. Bu sorulara verdiğim cevaplar sonrası neleri fark ettim? Neleri daha farklı yapmak isterim?

Referanslar: 

  • Ben Ok’im, Sen Ok’sin  – Thomas Harris (2012)

4 Adımlı Yıl Sonu Değerlendirme Toplantıları: 2020 Mercek Altında

2020 yılının henüz tamamlandığı bugünlerde kurumsal yaşamda bir soluklanma zamanı yaratmak gerekiyor. Bu soluklanma zamanı bir an için durup önce geçen on iki ayı anlamayı, yani 2020 yılını mercek altına almayı, gelmekte olan on iki ayı eldeki veriler ve tahminler ışığında masaya yatırmayı ve tamamlanan ve gelmekte olan yıl arasındaki olası etkileşimleri ortaya koyarak yeni yılı tasarlamayı sağlıyor.

Yıl sonu değerlendirme ve gelecek tasarım toplantıları sayesinde, çalışanlar, bölümler, yürürlükteki projeler ve şirket bütünü için tamamlanan yılın getirdiklerini gözden geçirmek ve yıl içinde yolunda gidenleri, elde edilen başarıları, işleyişte tıkanıklık yaratan sistemleri ve gelişime açık alanları fark etmek kolaylaşıyor. Bu farkındalıklar bir sonraki yıl için daha doğru tasarım ve planlama yapmayı ve işe yaramadığı halde kullanımda kalan sistemleri ortadan kaldırmayı da destekliyor. 

Bu çalışmalar samimiyetle yürütüldüğünde bir de yan fayda doğuruyor. Sürece dahil edilen çalışanlar yaptıkları iş ve şirkette yürütülen işler arasındaki bağı daha kuvvetli kurma fırsatını yakaladıkları için aidiyet ve bağlılık kendiliğinden güçleniyor.

Yani bu çalışmalara ayırılan zamana değiyor…

Yıllık Değerlendirme ve Tasarım Toplantıları

Çalışanlarla başlayıp takımlara, bölümlere ve şirketin bütününe hizmet eden yıl sonu değerlendirme çalışmalarını yönetmek konusunda sorumluları belirlemek, değerlendirme takvimini oluşturmak ve bu süreçte neler yapılacağını, elde edilen sonuçların analiz ve sentezinin ne şekilde yapılacağını detaylı bir şekilde planlamak sürecin etkinliği açısından önem taşıyor.  

Yıllık değerlendirme ve tasarım toplantıları aşağıdaki 4 adımı izleyerek gerçekleştirildiğinde, sürecin hedeflenen faydayı sağlaması kolaylaşıyor:

  1. Tamamlanan yılın sekiz temel alanda gözden geçirilmesi ve her bir alandaki iyilerin ve aksaklıkların belirlenmesi
    1. İş sonuçları beklentileri ne kadar karşıladı? 
    2. İş yapış ve izleme yöntemleri ne kadar işlevseldi? İş akışları, süreçler, toplantılar, planlama ve gözden geçirmeler ne kadar etkin yürütüldü?
    3. Değişim ve kriz yönetimi konularında kendimizi nasıl değerlendiriyoruz?
    4. Çalışan yönetimi konusunda neler yaptık? Ne kadar büyüdük ne kadar küçüldük, delegasyon, iş dağılımı, yetkilendirme gibi kritik konularda durum nasıldı?
    5. Şirket/bölüm içi ve dışı ilişkiler ve iletişim konusunda neler oldu? 
    6. Çalışan gelişimi konusunda neler yaptık?
    7. Şirket/bölüm/çalışan özelinde bakıldığında mutlu ve iyi hissetme halini nasıl değerlendiriyoruz?
    8. Şirketin vizyonu ve yapılan işteki anlam farkındalığı şirket/bölüm genelinde ne durumda?
  2. Takip eden yıl için odak alanların, ulaşılmak istenen sonuçlarının ve o yıl sonuna ait şirketin büyük resminindetaylı olarak tanımlanması
  3. Takip eden yıla dair hedeflerin SMART (İyi Tanımlanmış, Ölçülebilir, Ulaşılabilir, Gerçekçi ve Zamanı Tanımlı)ve FAST (Düzenli Değerlendirilen, İddialı, Net, Şeffaf) hedefler olarak aşağıdaki başlıkları da kapsayacak şekilde yapılandırılması
    1. İş sonuçları ile ilgili hedefler
    2. İş yapış ve izleme yöntemleri ile ilgili hedefler
    3. Değişim ve kriz yönetimi ile ilgili hedefler
    4. Çalışan yönetimi ile ilgili hedefler
    5. Şirket/bölüm içi ve dışı ilişkiler ve iletişim yönetimi ile ilgili hedefler
    6. Çalışan gelişimi ile ilgili hedefler
    7. Çalışan mutluluğu ile ilgili hedefler
    8. Vizyon ve anlam farkındalığını destekleyecek hedefler
  4. Yeni yılın hedef izleme sürecinin planlanması
    1. Hedef takip sorumlularının belirlenmesi
    2. Hedef takip yöntemlerinin kararlaştırılması
    3. Hedef değerlendirmeyi kolaylaştıracak ara değerlendirme ve genel değerlendirme takviminin oluşturulması

Sonuç Olarak…

Şirketlerin kendi deneyim ve öğrenmelerinden faydalanmalarını sağlayan bu çalışmalar bugünden geleceğe giden yolda daha sağlam adımlarla ilerlemek konusunda destek sağlıyor. Bu yüzden, soluklanma zamanlarının iş takvimlerinin içine yerleştirilmesi ve etkin yürütülmesi konularında şirket yönetimlerinin kararlılığı büyük önem taşıyor.

Özellikle 2020 yılı gibi zorlu dönemler sonrası kendine bakma çalışmalarına zaman ayırmak, iyi yapılanları fark etmek, “kendini” modellemek ve gelecekte benzer zamanlarda kendi deneyimlerinden yardım almak konusunda da yardımcı oluyor.

Sözün özü, eğer hala yapılmadıysa, şirket liderlerine bir iş düşüyor: Fazla geç kalmadan bir soluklanma zamanı yaratmak ve bu zamada geçen on iki ayı anlamak ve gelecek on iki ayı planlamak için gerekli çalışmaların düzenlenmesini sağlamak…

Hoş Geldin 2021

Yüz yıllardır yılların gidişine gelişine bir anlam veriyoruz. Kendi yarattığımız zamanı kendimizce şekillendirmeye çalışıyoruz. Kendimize bir yol, yön oluşturmaya çalışıyoruz. Bir şeylerle vedalaşmak, bir şeyleri hayatımıza dahil etmek için düşünüp planlar yapıyoruz. Biten yıla şöyle bir bakmak, yeni yıla güzel dilekler, kararlar, hayaller bırakmak binlerce yıllık bir gelenek olmuş belki de farkına varmadan. 

Ben de bu geleneği bozmadan 2020 ile vedalaşmak, 2021’i sevgiyle kucaklamak ve 2021’le ilgili kararlarımı gözden geçirmek için aldım kağıdımı kalemimi elime ve başladım düşünmeye.

Geçen yıl bu zamanlarda yeni yıla dair bana kendini fark ettiren bazı şeyler bu yıl da hemen görünüverdiler gözüme. Biraz kurcalayınca, bir grup kararımın yıllık değil ömürlük olduklarına inandım. Nedir onlar derseniz, hemen söylerim: Şefkat, sevgi ve umudu ve bunlara bağlı olarak da mutluluğu hem kendi içimde çoğaltmak hem de paylaşmak konusunda yaptıklarımı daha fazla yapmakla ilgili kararalar sözünü ettiklerim. İnanıyorum ki içinde yaşadığımız günlerde ancak ve ancak kızgınlık, öfke ve umutsuzluk yerine onların zıt kavramları olan şefkat, sevgi ve umut çoğalırsa daha iyi bir dünya olacak etrafımızda.

Sosyal Ağların Şaşırtıcı Gücü isimli kitapta rastladım, 1 kişinin üçüncü seviye etki alanında 8000 kişi varmış. Yani 1 kişi bir şeyleri değiştirirse, 8000 kişiyi etkileme ihtimali ortaya çıkıyormuş. Madem öyle, ben de umut ve şefkati çoğaltma konusundaki kararlarımı paylaşırsam, bakarsınız birileri beğenir kullanır, o zaman da belki 8000, 10000 derken birçok insanın içindeki umut, şefkat ve hemen peşlerinden de mutluluk çoğalır dedim kendi kendime.

İşte benim kararlarımdan bana göre en kolay olanlarından bazıları:

  • Sabahları günaydın de, önce kendine, sonra doğan güneşe, sonra yakınındakilere, gördüklerine, görüştüklerine, konuştuklarına
  • Sahip olduklarını sık sık fark et ve sonra da hepsinin varlığına şükret
  • Sorun paylaşmak yerine, sorundan söz edince aklına gelen çözümleri de keşfet ve onları da paylaş
  • Kullandığın dile ve seçtiğin kelimelere dikkat et, koşturuyoruz demek yerine ne yapıyorsan onu söyle, yorgunum demek yerine seni meşgul eden işlerinden söz et
  • Her zamankinden daha fazla teşekkür et, teşekkür ederken ne için teşekkür ettiğini, yapılan şeyin seni neden memnun ettiğini de belirtmeye gayret et
  • Daha fazla yardımlaşmayı ve dayanışmayı hedefle,
  • Her ne yapıyorsan o anda orada olarak yaptığından emin ol 
  • Sevdiklerine onları sevdiğini daha fazla söyle
  • Çocuklara ve gençlere daha fazla zaman ayır, bildiklerini, tecrübelerini anlat, paylaş
  • Doğayı ve doğadaki canlıları gözlemlemeye ve anlamaya çalış
  • Kendi yaşamında yolunda gidenleri daha fazla fark et, unutma yolunda gidenler genellikle yolunda gitmeyenlerden daha fazladır, ama biz yolunda gitmeyenleri daha kolay fark ederiz
  • Duyguların bulaşıcı olduğunu her zaman hatırla ve her gün acaba bulaştırdığım duygu ne sorusunu sor kendine
  • Koskoca evrende küçücük bir “ben” olsan da, kapladığın bir alan olduğunu hep hatırla ve o alanın sana verdiği iyi ve doğru insan olma sorumluluğunu sakın unutma
  • Hayatı otomatikten ve sadece alışkanlıklardan yaşamadığından emin ol, her gün farklı ne var, ben nasıl katkı sağlarım sorusunun cevabını aramayı sakın unutma
  • Daha fazla oku, daha çok soru sor, daha fazla öğren, daha fazla keşfet, daha fazla paylaş

2021’in, 2020’nin öğrettikleriyle birlikte hepimize yeni pencereler açması ve sağlıklı, mutlu, umutlu ve şefkat dolu bir yıl olması dileklerimle…