Tag Archive | daniel pink

Kendine Ait Bir Zaman

Zaman enteresan bir kavram. Son derece eşit ve adil, hatta dünyadaki tek adil kaynak bile demek mümkün, ancak kimimiz onunla çok barışıkken kimimiz biraz küskün. Kimimiz onu kovalarken, kimimiz onun içinde yapması gereken her şeyi yerli yerine yerleştiriyor. Zamanın içine doğru yerleşmek çok önemli bir konu elbette ama o bu yazımın konusu değil.

Bu yazıda zamanın içine yerleştireceğimiz kendimize ait, sadece kendimizle geçirilmesi gereken bir zamanı yaratmaktan söz edeceğim. Bu konunun çok değerli olduğunu düşünüyorum çünkü her ne kadar bir ömür boyu en çok kendimizle beraber olsak da, sadece kendimizle kalıp, kendimizle düşünmeye ne kadar kaliteli zaman ayırıyoruz ondan çok emin değilim. 

Bundan birkaç yıl önce dinlediğim bir genç konuşmacı her hafta sonu kendine ayırdığı kendi kendine düşünme zamanlarından söz etmiş ve düşünmenin çok önemli bir eylem olduğunu belirtmişti. Hemen bu dinlediğim konuşmanın peşi sıra benim kendi konuşmalarımdan birinde bir katılımcı insanın kendisine tümüyle kendisine ait zamanlar yaratıp o zamanın içinde sadece kendi kendine kalması gerektiğine inandığını söylemişti. O kadar hoşuma gitmişti ki, kitabım Pollyanna Mutlu muydu’da söz etmiştim bu anımdan.

Bu hafta bu iki hikayeyi farklı nedenlerle hatırlama alanıma çağırdım ve ne kadar anlamlı bir ortak mesaj içerdiklerini düşündüm bir kez daha. 

Tam bu hikayelerin hakkını vermek üzere kendime ait zamanlarımı gözden geçirmeye çalışırken, uzun zamandır keyifle takip ettiğim Daniel Pink’in videolu bir podcast’i  düştü eposta kutuma. Pink George Schultz’un haftada bir gün, bir saat boyunca yanına sadece kağıt, kalem ve düşüncelerini alarak tek başına oturup gelecek odaklı ve stratejik düşünme alışkanlığını anlatıyordu.  

Bu kısa videoyu izlediğim anda, az önce sözünü ettiğim anılarım canlandı gözümde ve bu üç hikaye birbiri ile kaynaşıverdi. 

Yaşam ne kadar telaşlı ve koşturmacalı geçerse geçsin haftada belli bir süreyi sadece kendine ait bir zaman olarak ayırmak ve o zamanda her türlü bölücü aktiviteden, sosyal medyadan, teknolojik cihazlardan uzaklaşıp sadece bir kağıt ve kalemle baş başa kalmak, büyük düşünmek, hayal kurmak ve geleceğe bakmak için zihni serbest bırakmak nasıl olur acaba? Yalnız önemle belirtmeliyim ki, bu zamanın gerçekten değerli bir zamana dönüşebilmesinin bana göre bir de şartı var. Geçmişten gelen “neden” ve “keşke” sorgulamalarının ve olası negatif gelecek senaryolarının bu zamanı işgal etme ihtimalleri olduğu için onları kapının dışında bırakmak gerekiyor.

Hazır hafta sonu da gelmişken denemeye değer diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

İnsan Yönetenler Dikkat

İster yönetici olun, ister şirket sahibi, önemli odak noktalarından biri, çalışanlar nasıl mutlu olur sorusunu cevaplamak diye düşünüyorum. Sorunun cevabı basit gibi gelse de aslında hiç de basit değil. Basit gelen cevap, maaşı arttıralım, bir de ikramiye verelim, üstüne bir de süslü bir unvan, tamamdır. Karmaşık duruma düşüren, bunların hiç birinin gerçekten mutlu ve tam verimle çalışmayı garantilemeyeceği. Okuyanlardan bazıları yazdıklarımla aynı fikirde olurken, bazıları da hadi oradan, maaşı veriyorsak, gününde alıyorsa parasını, yaşamını sürdürüyorsa, düzgün bir yerde iyi bir görevle çalışıyorsa, elbette mutlu olur diyecekler. Ben de tekrar karşı çıkacağım, bu söyledikleriniz mutsuz olmamalarını sağlayabilir, ancak mutsuz olmayanlar mutlaka mutludur diye bir önerme oluşturmak pek de doğru değildir diye cevap vereceğim.

Motivasyon teorileri hızla gözden geçiriliyor. Motivasyon ve mutluluk birbiri ile bağlantılı. Bireyler mutlu olduklarında, hiç bir şey fark etmez durumundan çıkıp kendilerini iyi hissettiklerinde, bir şeyleri yapabilir olma, yapmak için harekete geçme ve üstelik de her ne yapıyorlarsa, üzerine iyi bir şeyler katarak yapmak için hevesli olma hali ortaya çıkıyor. Yani motivasyon aslında bir sonuç. Tek başına var olmuyor. Bir şeyler olduğunda o şeylerin sonucu olarak kendini göstermeye başlıyor.

Daniel Pink’in tariflediği motivasyonun evrimi, çalışan mutluluğu ile ilgili çok güzel fikirler veriyor diye düşünüyorum.

Daniel Pink motivasyonu bir işletim sistemine benzetiyor. Motivasyon 1.0 ile başlıyor evrim süreci, bu tam bir yaşamı sürdürme hali, yani yiyecek içecek alacak para olmalı, hayatta kalabilmeli insan durumu. Motivasyon 1.0 bakışı diyor ki, çalışanların parasını verelim, karınları doysun, ihtiyaçlarını karşılasınlar, motive olur ve çalışırlar. Zamanla bunun işe yaramadığını gösteren bir çok sıkıntılı durum ortaya çıkmaya başladığında, motivasyon teorisine bir revizyon geliyor, Motivasyon 2.0. Bu revizyon diyor ki, çalışanların motive olarak çalışmalarını ve üretmelerini istiyorsak, mutlaka ödül ve ceza olmalı. Performans sistemlerinin, ödül mekanizmalarının, başaramayanların ödülü alamamaktan ötürü cezalandırıldığı yapıların ortaya çıktığı dönem tam da bu revizyona rastlıyor. Ancak ne yazık ki, 1.0 revizyonundaki gibi, burada da bir şeyler eksik kalıyor, hala insanlar tam anlamıyla mutlu, motive ve verimli çalışmıyorlar. Daniel Pink’in Drive isimli kitabında çok güzel anlattığı Motivasyon 3.0’ın ortaya çıkışı tam da bu döneme rastlıyor. Bu revizyon şu kabulle başlıyor, insanların temel ihtiyaçlarını ve sahip oldukları yaşam standartlarını korumalarını destekleyecek bir yapıyı kurduktan sonra çok dikkat edilmesi gereken üç nokta var; yaptığı işte ustalaşmasını sağlamak, yaptığı işin başından sonuna kadar sahibinin kendisi olduğunun farkında olmasını sağlamak ve işindeki anlamı ve amacı fark etmesini sağlamak. Bu üç önemli cümle bir kurumda kendilerine doğru yerleri buluyorlarsa, çalışanlar gerçekten bu üç noktada kendilerini iyi hissediyorlarsa, o zaman motivasyondan söz etmek mümkün hale geliyor.

Yazımın en başına geri dönersek, çalışanların sadece maddi imkanları, görev unvanları ve aldıkları ikramiyeleri ile gerçek motivasyonu yakalayarak çalışmaları bu motivasyon bakış açıları ile bakıldığında sizce ne kadar mümkün? Aslında her birimizin sadece kendimizi analiz etmemiz bile bu konuda keşif yapmamıza yeter düşüncesindeyim. Sadece para ve maddi olanaklar kendimizi ait hissetme halimizi, o mutsuz değil, ama gerçekten mutlu hissetme durumumuzu, bu işi yapmak benim için önemli, çünkü yaptığım işin günün sonunda ne işe yaradığını iyi biliyorum diyebilme halimizi ne yazık ki ortaya çıkarmıyor. Bunların varlığı ancak biz kendimizi bulunduğumuz ortamda iyi hissediyorsak, işimize sahipleniyor ve o işte gerçekten işin ustası benim demeyi başarıyorsak ve işimizin içindeki anlamı yakaladıysak ortaya çıkıyor.

Bugünkü genel duruma tarafsız bir gözle bakarsak, kurumsal dünyada yürütülen insana dair pek çok eskiden kalma uygulamanın da revizyon ihtiyacı olduğunu görmemek imkansız hale geliyor. Revizyonların mutlaka insanı ve insanın iyi hissetme, yani mutlu olma halini destekleyen faktörleri anlayarak yapılması ve sistemlerin tam bu incelemenin sonucuna göre oluşturulması, gelecekteki iş dünyasının gerek ve şart koşulu olacaktır inancındayım.

Bana kalırsa bugünden geleceğe giden yol, içinde insanı ve insanın iyi olma halini destekleyen yöntemleri barındıran tam bir ezber bozma dönemi olmak zorundadır.

Hedef, işi daha iyi yönetmekse, daha iyi sonuçlar ve daha iyi kazanç elde etmekse, evet gerçekten de insan yönetenler dikkat çağrısını yapmak ve gerekli revizyonları yapmaya başlamak için acele etmek lazım düşüncesindeyim.

İyi haftalar…