Tag Archive | aidiyet

S7B3; “Çalışan Bağlılığı” nasıl sağlanır?

 Bir Sorum Var’da bu bölümün sorusu; “Çalışan Bağlılığı” nasıl sağlanır?

🌟 Bu bölümde şirketlerin önemli gündem maddelerinden biri olan “çalışan bağlılığı” konusuna değindik. Yola çıkış noktamız Gallup’un 2023 yılı verilerinde açıkladığı %23’lük global bağlılık oranı oldu. Anlaşılan o ki, yüksek bağlılık sağlamaya çalışırken % 20’lerde bir bağlılık oranı ile karşı karşıya kalmak, şirketleri bu konuyu masaya yatırmaya davet ediyor. 

🌟 Çalışan bağlılığı ve aidiyeti güçlendirmek için yapılması gerekenleri masaya yatırıyoruz.

Keyifli dinlemeler…

Yeni Dünya Çalışanları

Yönetim üzerinde düşünmeye başladığımızda, kuşaklar, nesiller, X’ler, Y’ler, Z’ler derken kafamızı karıştıracak ne kadar çok şey üretiyoruz. Oysa sadelik ve yalınlık olduğunda hayat kolaylaşıyor, çözümler daha hızlı çıkıyor, insan kendini daha iyi hissediyor.

Kuşak filan demektense, “yeni dünya ve insan” demek yeterli gibi geliyor bana. Böyle düşünüyorum, çünkü aslında değişen ve yenilenen dünya, insanın bakış açısını değiştirip dönüştürüyor, ardından da yeni koşullara uyumlanma farklı şekillerde olmaya başlıyor.

Eski nesilden gelenler, yeni dünya gözlükleri ile baksalar bugüne, aslında konuşmak için canımızın çıktığı kuşak farkı lafı da ortadan kalkar kendiliğinden. Önce özenle birilerini birilerinden ayırıp, sonra onlara bir isim bulmaya çalışıp, sonra bir problem yaratıp, ardından da onu çözmek için uğraşıp didinmeye gerek hiç mi hiç gerek kalmaz.

Bugün hepimiz yeni dünyanın çalışanlarıyız. O zaman yeni dünyada çalışan insanı yönetmek nasıl bir şey sorusunu cevaplamak yeterli.

Yeni dünyada teknoloji öylesine gelişti ki, bilgi o kadar evrenselleşti ki, bireylerin kendileri ve çevreleri ile ilgili farkındalıklarını arttırma fırsatları o kadar çoğaldı ki, iş yaşamından beklentiler de farklılaşmaya başladı. Bütün bunlara ek olarak, insanlar yeni dünyada kendilerini daha fazla, daha doğru ve daha güçlü bir şekilde ifade etmeye başladılar. Yani aslında zaten içlerinde mevcut olan şeyleri seslendirmelerini sağladı yeni dünya. Yaptıkları iş karınlarını doyuruyorsa 🙂 yaptıkları işteki anlam ve amacı bulmak istediklerini söylemeye başladılar. O işi yaparken kendilerinden bir şey katmak, bildiklerini, yapabildiklerini işlerine aktarmak istediklerini dile getirdiler. Biraz gelişmek, farklılaşmak ve öğrenmek istiyoruz dediler. Katkımızı fark edin, hatta biraz da takdir edin ki biz de değerli hissedelim demeye başladılar. Bu söylenenleri daha genç nesilden duyan yönetim dünyası da bu duyduklarını ağırlıklı olarak kuşak değişimi ile bağladılar. Oysa bütün bunlar insan doğasına ait kavramlardı.

Yeni dünyada en üst yönetim kadrosundan, kurumun destek hizmetlerinde çalışan bireylerine kadar, her bir insanın çalıştığı kuruma ait hissetmesini desteklemek adına neler yaparız sorusunu cevaplamaya başlasak, aslında kuşaklarla filan hiç uğraşmadan yol almamız mümkün olur. İletişimi berraklaştırıp, güveni güçlendirip, çalışan gelişimini destekleyip, çalışanları yaptıkları işin sahibi haline getirip, sonra da katkılarını fark etmeye başlayıp, onları takdir etmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz gün, ne kuşak çatışması konuşacağız, ne düşük karlılık, ne verimsiz çalışma sonuçları, ne de mutsuz ve ukala çalışanlar.

Yani kısaca odağımızı “önce iş, sonra insan” demekten alıp, şöyle bir içinde bulunduğumuz dünyaya dikkatle bakıp, ardında da “önce insan, sonra iş” demeye çevirebildiğimiz gün, biliyorum ki her şey çok güzel olacak.

Mutlu günler…

Bağlı Çalışanlar

Bağlı çalışanlar istiyoruz. Nasıl olur bağlı çalışan diyenlere anlatıyoruz; bir alalım işe, sonra deli gibi çalışsınlar, hiç itiraz etmesinler, hatta yemesinler içmesinler, tuvalete gitmesinler, aileleri olmasın, varsa bile yokmuş gibi davransınlar. Kadınsa doğurmasın, erkekse çocukları annesine emanet etsin. Tatile filan da çıkmasınlar, mesai saatleri onları bağlamasın, onlar hep çalışsınlar, işlerini tanımlamaya da gerek olmasın, ne iş verirsek yapsınlar, parasıyla değil mi, çalışsınlar, bize de para kazandırsınlar. Asabiyet yapmasınlar, güler yüzlü olsunlar, kibar olsunlar, leb demeden kuruyemiş paketinde ne varsa hepsini saysınlar.

Biraz mizah, biraz gerçek, ama bağlı çalışanların yukarıdaki gibi tanımını yapınca, tam da fotoğraftaki gibi bir çalışan görüntüsü yaratıyoruz farkına varmadan.

Peki aslında ne demek istiyoruz çalışanların bağlılığından söz ederken?

  • Çalışanlar kendilerini güvende hissediyorlarsa, çalıştıkları yere bağlanmak için birinci adım atılmış oluyor.
  • Sonrasında yaptıkları işi anlamalarını sağlamak gerekiyor, o iş neden önemli, kime gerekli, tam olarak neler yaparlarsa onlardan beklenenler yerine gelmiş sayılacak.
  • Biraz kim kimden ve neden sorumlu konularını da netleştirmek lazım. Çok net olmasa da, çok karışık da olsa, biraz açmak lazım bu konuları.
  • Sonra çalışanların kalbi atan, nefes alan, duyguları olan insanlar olduklarını fark etmek gerekli.
  • Yaptıkları işin şirketi nasıl desteklediğini biraz anlatmak lazım. Küçücük bir vida sıkmak bile olsa işleri, o vida sıkılmadığında bir şeylerin eksik kalacağını fark ettirmek lazım. Bunu yaparken korkuya gerek yok, insanlar bunu duyarlarsa ben neymişim be abi diyerek asla şımarmazlar.
  • İyi bir şey de yapsalar, bazen işler aksi de gitse konuşmak lazım, fark edileni paylaşmak lazım, ama doğru dille, doğru tonlamayla ve doğru kelimelerle. O kendini bilir demeden, zaten anlamıştır demeden.
  • Çalışanların gelişimlerini desteklemek lazım, 20 yıl çalışıp, ayrılırken ilk gün teslim aldığım gibi bırakıyorum dememeleri, çalıştığım yıllar boyunca çalıştığım kuruma, kendime bunları, şunları kattım demelerini sağlamak için.
  • Yargılamadan, objektif bakabilmek lazım çalışanlara
  • Kendilerini iyi hissedecekleri bir çalışma ortamı oluşturmak gerek, illa hamam, sauna ile rahat hissedilmez unutmayalım. Küçük bir dinlenme alanı, kahve, çay içmeye, küçük esneklikler yaratmaya izin vermek de en az hamam sauna kadar rahat hissettirir.
  • Saygı ve sevginin var olduğundan emin olmak lazım
  • Çalışanların şirket nüfusunda bir sayı değil, her birinin bir değer olduğunu fark etmek ve fark ettirmek lazım

İşte bütün bunlar olduğunda, çalışanlar kendilerini bulundukları yere ait hissediyorlar, bağlı hissediyorlar, orada olmaktan mutluluk duyuyorlar, herkese keşke sen de burada çalışsan diye tavsiye ediyorlar. Üstelik de çok verimli ve canla başla çalışıyorlar. Çok da karmaşık şeyler yok yapılsaların içinde. Belki sizin çalışanlarınız, çalışma arkadaşlarınız ve hatta siz zaten bağlı hissediyorsunuzdur, ya da belki de “eli kolu bağlı” hissediyorsunuzdur. Bir bakıp düşünmeye değmez mi üzerinde?

İyi haftalar…

Kurumsal Hoşgeldiniz Programları

onboardingYeni bir iş yeri, ilk iş günü, yeni bir başlangıç. Çalışma yaşamında olan herkesin bir ilk iş günü olmuştur elbette ve herkes o ilk günün sabahı içindeki telaşı hatırlar diye düşünüyorum. Belki uzun zamandır aradığınız bir iş, belki çok darda kaldığınızda karşınıza çıkan bir iş, belki tam da istediğiniz unvanla istediğiniz yerde bir iş, hiç fark etmez, hepsinin de ortak paydası, yeni bir iş heyecanı. Sonra o heyecanla ilk sabah varıyorsunuz iş yerine. Kapıdan içeri giriyorsunuz, kimse size tanımıyor tabii, siz de kimseyi tanımıyorsunuz, o da doğal, ama kimseler de sizi karşılayıp hoşgeldiniz filan da demiyor. Resepsiyondaki görevliye yeni başladığınızı söylüyorsunuz, o da size masanızın yerini tarif ediyor, gidip bulup oturuyorsunuz. İnsanlar birbirlerini tanıyor ya, bir sohbet ortamı da yürürlükte, ama size basitçe günaydın diyen birileri dışında başka bir şey yok. Az sonra sizinle mülakat yapan bölüm sorumlusu geliyor, elinizi sıkıp hoşgeldiniz diyor, çok kısa bir bilgi veriyor ve masanıza bir sürü dosya bırakıp, siz biraz yaptıklarımızı anlamaya çalışın, yarın bir bölüm toplantısı var, orada daha fazla bilgi sahibi olursunuz ve arkadaşlarla da tanışma fırsatınız olur diyor ve o da gidiyor. Dün gece nasıl hissediyordunuz, bu sabah işe gelmek üzere uyandığınızda neler vardı aklınızda, şimdi ne hissediyorsunuz?

Belki biraz abartılı bir senaryo ama gerçek kısımları da var içinde. Okurken kafasını sallayanlar olacağını tahmin ettiğim kadar gerçek kısımları var hatta.

İlk gün başlangıcı, izleyen ilk hafta, hatta onu da izleyen ilk ay, yeni işe başlayanlar için o kadar değerli ve önemlidir ki, işte tam da bu nedenle “İşe Hoşgeldiniz Programları” ya da, en çok kullanıldığı şekliyle “Oryantasyon Programları”nın önemine tüm kalbimle inanırım. Son dönemde İngilizce “on boarding” de denilmeye başlanan bu programların, bizim gemiye hoş geldiniz demeyi çok güzel hale getiren programlar olduğunu düşünürüm.

Yepyeni bir ortama giren insanlara o ortamı tanıtmak, ne nerede, kim kimdir göstermek, ne yenir ne içilir anlatmak, dikkat edilmesi gerekenleri özetlemek, kurallardan ve kuralsızlıklardan bahsetmek, küçük bir tanışma organize etmek, masasının, kullanacağı malzemelerin hazır olduğundan emin olmak, ilk öğlen yemeği için ufak bir planlama yapmak, bir an evvel şirketin değerlerinden, ortak kültürden söz etmek kim bilir ne kadar rahatlatıcı olur yeni gelen insan için.

İnsan, doğası gereği, yenilikler olduğunda kendini rahat ve konforlu hissetmek ister, en basit haliyle, kendisi ile eşleştireceği benzerlikleri yakalamak, ortamı anlamak ve bir şeyler yaparken bilerek yapmak ister.

Hoşgeldiniz programlarının en büyük amacı gerçekten de yeni gelenleri iş yerine “hoş getirmek” olmalıdır. Sıcak bir karşılama, kapıda yerinizi bulun diyen birisi yerine, onu bekleyen bir kişinin adının verilmesi, o kişinin yeni gelen çalışanı karşılaması ve masasını göstermesi, sonrasında o günü birlikte geçirmeleri kadar rahatlatıcı bir şey olabilir mi?

Bunca işin arasında kim uğraşsın diyenleri de duyar gibi oluyorum, ama hepimiz bir kar zarar analizi kavramından haberdarız diye düşünüyorum. Hoşgeldiniz programları ile ilgili kar zarar analizi yapmak da çok önemli, bu programlar ne kazandırır, ne kaybettirir, hangisi hangisinden büyüktür sorusunu cevaplamak lazım.

Hoşgeldiniz programları kurumsal yaşamın içine giren “insan” yaklaşımının en güçlü temsilcilerinden bir tanesidir, çünkü gerçek bir hoşgeldiniz programı, yeni gelen insana, sen ailemize katılıyorsun, bizim için önemlisin, ama sana ailemizi anlatmak, değerlerimizden ve ortak davranışlarımızdan söz etmek de bizim için bir o kadar önemli, karşılıklı uyumun en temel yolu buradan geçer demeyi amaçlar. Hoşgeldiniz programlarının içinde hem kuruma ve yapılacak işe dair somut bilgiler, hem kurum içi organizasyon yapısı ve ilişkiler, hem kurumun ve bu kişinin çalışma amacı ile ilgili detaylar, hem de bu kişinin kurum içinde kendini nasıl geliştireceğine dair bilgiler yer alır, ya da almalıdır.

Hoşgeldiniz programları insan yönetimi bölümlerinin takibinde olması gereken programlardır, ancak uygulayıcısı sadece insan yönetimi bölümleri olmamalıdır. Uygulayıcıları şirketin en tepe yöneticisi ile başlayan ve çalışacağı bölümdeki mesai arkadaşları ile son bulan geniş bir yelpazede yer almalıdır. Hatta belirlenmiş bir süre boyunca bir en yakın arkadaş atanması bile söz konusu edilebilmelidir.

Referans noktalarımız her zaman önemlidir, ilk izlenim her zaman geleceğe dönük bir yargı uyandırır. Bizler kurumlarımıza gelen kişilere ilk izlenimi ne kadar doğru, üzerinde düşünülüp hazırlanmış ve planlanmış ve bizim kendi kurumumuza özgü ve kurum havası ile uyumlu şekilde sunabilirsek, yeni gelenler de kendilerini o kadar değerli ve kuruma ait hissetmeye ilk gün itibarıyla başlamış olurlar.

Neredeyse kurumun karlılığı ve başarısı kadar önemli olduğuna inandığım Hoşgeldiniz Programları sizin kurumlarınızda nasıl çalışıyor, sizlerin bu konuda fikirleri neler, biraz üzerinde düşündürmek isterim.