Keyifli dinlemeler…
Podcast by Nazlı Kılan Ermut
Podcast by Nazlı Kılan Ermut
Bir sabah uyanırsınız, açarsınız penceresini yatak odanızın, o da ne? Dışarıda bir farkılılık, bir kıpırtı, bir neşe. Şöyle bir kırparsınız gözlerinizi, tekrar bakarsınız etrafa ve çarpar gözünüze, kulaklarınıza ve burnunuza o güzel bahar mevsiminin yanında getirdikleri.
Baharın habercisi olan doğadaki yenilenme ve uyanış hep bir heyecan ve hayranlık uyandırır içimde. Ağaçların yeni çıkan yeşil yaprakları ve rengarenk açan çiçekleri, havada uçan güzel kelebekler, kuşların enfes şarkıları, havaya yerleşen bahar kokusu, papatyalar, laleler, menekşeler, yağmurla gelen bahar damlaları ne kadar güzel bir yenilenmeyi seriverirler hepimizin gözlerinin önüne. Sanki bir dikkat tabelası gibidir baharın yarattığı değişimler bizlerin yaşamları için. Sanki şöyle seslenirler: Dikkat dikkat sevgili insanlar, bir şeyler değişiyor, fark edin; doğa uyanıyor, coşuyor, renkleniyor haberiniz olsun.
Hep düşünürüm, bu dikkat tabelası iyi ve hoş da, acaba bize ne demek istiyor. Tamam haberimiz oluyor olmasına da, acaba bizler bu değişimi yaşamlarımıza ne kadar dahil ediyoruz.
Bir düşünsenize, aynı heyecanla ve kararlılıkla insanlar da her bahar kendilerini yenileseler, aynı heyecanla çiçek açmaya, şarkı söylemeye başlasalar neler farklı olurdu yaşamlarında? Doğadaki bu yenilenme ve heyecanın insan yaşamına tercüme edilmiş hali nasıl olurdu dersiniz?
Ben benim aklımdakileri yazayım, sizler sizdekileri ekleyin isterseniz:
En baş sırada insanın önce kendisine ve sonra kendi hayatına yepyeni bir gözle bakabilme cesaretini göstermesi olurdu.
Hemen arkasından, işine yaramayan yapraklarını bir ağaç gibi döktükten sonra, yeni yaprakların çıkmasına, yeni çiçeklerin açmasına izin vermesi gelirdi.
Yeşerecek yeni yaprakların ve yetişecek taze meyvelerin kimlere nasıl katkı sağlayacağını hayal etmesi olurdu peşi sıra. Yapraklar çoğalıp gölge yaptığında, gölgesinin kimlere ev sahipliği yapacağını düşünüp sevinmesini de atlamamak lazım.
Tıpkı baharın ferah ve güzel kokulu yağmurlarla, pırıl pırıl ışıldayan güneşle yaptığı gibi bir temizlik ve ferahlama çalışması yaparak, hayatında yenilik ve farklılıklara yer açması gelirdi peşinden. Bu yeri açabilmek için, belki zihninde ya da evinde birikmiş eski şeyleri ayıklayıp hayatından çıkartması, belki de saklamak istediklerini bulup, onlara sahip olduğu için teşekkür ettikten sonra, hepsini daha düzgün toparlayıp yenilere yer açacak şekilde yeniden yerleştirmesi olurdu. Ardından da, artık yeterince yer açtığına göre, bu bahar kendimde yeni ve farklı neler olmalı sorusunun cevabını rahatlıkla verebilirdi.
Bütün bunları yaptıktan sonra kendine izin vermesi gerekirdi. Kendisinden bu izni alır almaz da, tıpkı kuşların yaptığı gibi şarkılar söylemesi, kelebeklerin yaptığı gibi kanatlarını zerafetle çırparak hayallerine doğru dans etmesi, açtığı ve açacağı rengarenk ve güzel kokan çiçeklerin içinde bıraktığı coşku ve heyacanı aldığı her nefeste fark etmesi ve kendi hayatına baharı davet etmesi gerekirdi.
Sizler hayatarınıza baharı nasıl davet edersiniz? Baharın temsil ettiği yenilenme ve değişimin acaba sizlerdeki karşılığı nedir?
Biraz düşünmeye ne dersiniz?
Bir Zen Ustası’nın çok sevdiğim bir sözü vardır:
“İnsan düşünen bir alettir; ancak onun büyük eserleri, hesap yapmadığı ve düşünmediği zamanda ortaya çıkar. O yüzden, «çocuk gibilik» hali yeniden tesis edilmelidir.”
“Çocuk gibi olmak” denilince, benim aklıma eğlence, neşe, sevinç, umut, kararlılık, vaz geçmeme, heyecan, merak, sorgulama, öğrenme çabası ve azmi, anda olma, sevgi, ufak şeyleri fark etme ve mutlu olma, değişimi ve gelişimi kucaklama gibi, yetişkinlerin yeniden toparlamaya çalıştıkları bir çok güzel özellik geliyor.
Madem “çocuk gibi olmak” bu güzel özellikleri içinde barındıran bir kavramsa ve her bir yetişkin geçmişte bir gün mutlaka çocuk olduysa ve yaşam doğumdan ileri doğru bir yolculuksa, acaba yolun nerelerinde neleri düşürdük? Nerelere bakıp, neleri toplamak gerek geçtiğimiz yollardan? Acaba “çocuk gibilik” hali nasıl tesis edilir yeni baştan?
Yürümeyi öğrenen çocukları bir getirin gözünüzün önüne, oradaki azim ve kararlılığa bakın. Sonra orada gördüklerinizi bugünkü yaşamda karşınıza çıkan zorluklarla baş etme durumunuza taşıyın, neler canlanıyor zihninizde?
Küçücük bir taşı ilk kez gördüğü muhteşem bir şey gibi inceleyen 1 – 2 yaşlarında bir çocuğu getirin gözünüzün önüne, gözlerindeki heyecana bakın, meraka bakın. Sonra da yaşama her gün o heyecan ve merakla bakan yetişkinlerle dolu bir dünya hayal edin. Nasıl bir dünya canlanıyor zihninizde?
Kalabalık bir toplantıda, kahkahalar atarak gülen ve koşan 3 – 4 yaşlarında çocukları getirin gözünüzün önüne, hani sehpaların altından geçen, masaların etrafında tur atan çocukları, içlerindeki coşku ve neşeyi fark etmeye çalışın. Fark ettikleriniz ne düşündürüyor size?
Biz yetişkinler aynı duygularımızı çocukluklarımızdan bugüne gelen yollarda arasak bulsak veya içimizde saklandıkları yerlerden çıkarıp, parlatarak bugüne uyarlasak ve sonra da gönlümüzce kullansak, neler farklı olurdu hayatlarımızda?
Bu haftayı bir çocuk gözüyle yaşamaya, içimizdeki o henüz tanımı bozulmamış çocuk duygularımızı gizlendikleri yerlerde bulup çıkarıp kullanmaya ve hayatlarımıza katacakları farkı keşfetmeye ayırmak ister misiniz? Çocuk gibilik halini yeniden tesis etme fikri nasıl gelir sizlere?
Mutlu haftalar…
Kurgular hep değişim üzerine. Yaşamda sürekli bir şeyleri değiştirmek ihtiyacı var; kendimizde, başkalarında, fiziksel çevremizde, yaptığımız her işte. Soru hep aynı, nasıl? Bazen kolayca oluveriyor istediğimiz değişimler, bazen sonsuza kadar rafta kalıyor. Dün bir konuşma dinliyordum, içinde geçen bir cümle çok hoşuma gitti; “Gerçek değişim hareketle başlar .” cümlesi.
Sadece bireysel değişim mi burada sözünü ettiğim, hayır, kurumsal değişim de tıpatıp aynı yoldan gidiyor. Kurum dediğimiz şey de en nihayetinde bir değil de on veya yüz veya bin tane birey. Yani o dünya da da değişim hareketle başlıyor. Çok yazılıyor, çok konuşuluyor, çok fazla şey öğreniliyor.
Eğitimlerimde çok söylerim, bilgiyi bilmek tek başına işe yaramaz, ne zaman ki içinden kullanılabilir bir şeyler keşfeder ve kullanmaya başlarsınız, işte tam da o noktadır eğitimin işe yaradığı nokta.
Günümüzde bilgiyi bilmek en kolaylardan. Elimizin altı kaynak dolu, kitapçılar kitap dolu, internet, temiz veya kirli, doğru veya yanlış bilgi dolu, etraf bilgiyi bilen ve gelip akıl veren insanlarla dolu, yani bilgiyi bilmek kadar kolayı yok. Asıl nokta bilgiyi bildikten sonrası yani bilgiyi duyup, çok da ihtiyaç var bu değişime denildikten hemen sonra başlıyor asıl işin kendisi. Bildiğim bilgi benim kendi değişimimde ne işime yarayacak sorusu ve arkasından da ben bu bilgiyi kendi hayatımda nasıl kullanırım sorusunun cevabını vermek. Bu cevabın hemen arkasından da son derece somut ve göze görünecek bir adımla bu bilginin en azından çok ufak bir parçasını uygulamaya başlamak, başlatmak. Sanki bir deney yapar gibi, bakalım beğendiğim bilgi gerçekten beğendiğim gibi mi, onu anlamak amaç. Nasıl yeni bir şey kullanmaya başlayacağımızda önce bir deniyoruz, denedikten sonra uyumlu bulursak artık gerçekten bizim oluyor, bilgi de tıpkı öyle, bir deneyip bakmak ve sonra da yaşamın içine sokmak lazım.
Bana göre değişimin önünde iki tane sıkıntı oluyor. Birincisi, o başlatacak küçük deneme adımını atamamak, ikincisi de o adımı değişimin bütününü tek seferde yapacak şekilde atmaya çalışmak. Deneme adımını atmayınca, zaten bilgi bilgi olarak kalmaya mahkum; değişimi tek seferde yapmaya çalışınca da kocaman fili tek seferde yutmaya çalışmak gibi bir durum, yani yutması mümkün değil.
Değişimi harekete geçirmenin en iyi yolu, önce o değişimin önemini ve değerini keşfetmek, hemen arkasından bunu yapmayı sağlayacak kaynaklara odaklanmak ve sonrasında da küçük adımları planlamak, yani o gerçek değişimi başlatacak hareketi planlamak. Sonrasında tıpkı yeni bir şeyler dener gibi bakmak, bana oldu mu, yoksa olmadı mı ve sürdürüp sürdürmeme kararını ona göre vermek.
Bu hafta üzerinde düşünmek ister misiniz; sizin için değişim ne ifade ediyor, yaşamınızda değiştirmek istediğiniz neler var, onlar her nelerse, değişmiş halleri gözünüzde nasıl canlanıyor, hangileri ile ilgili yeterli bilginiz var, bu bilgiyi bilmek değişimi başlatmanızı tek başına destekliyor mu, bu değişimin sizin için değerinin farkında mısınız, gerçek değişimi başlatacak adımları atmak için nelere ihtiyacınız var, en küçük adımınız ne olur?
Herkese mutlu bir hafta diliyorum…
Milton Erickson diyor ki, “Değişim kaçınılmaz”, o kadar da doğru ki. Hadi doğru değil deyin, ben de size zamanın içinde deneyimlediğimiz kendi fiziksel değişimimizle başlayan bir çok değişim kaçınılmaz örneği vereyim. Sonra da insansal bir örnek olmasa da tırtılın kelebeğe değişimini hatırlatayım.
Değişimi iki farklı yönde düşünmek gerek gibi gelir bana; kendiliğinden olan ve bizim de kendiliğimizden içinde kalıverdiklerimiz, bir de kendi içimizde bir sürü analize ve senteze ihtiyaç duyan değişim durumları.
Bir değişim durumu ortaya çıkınca, bir de şu bizim analizi isteyen durumlardan biriyse, hele bir de her zaman alıştıklarımızı çok bozan bir durumsa, içinden de bir direnç kafasını dışarı uzatıverir. Yapamam ki, elimde değil hep böyle yaptım, bu yaştan sonra değişemem ki, sistem uymaz, daha önce de denedim olmadı.
Elimde değil der demez, sanki içimizde devrede bir başkası daha varmış gibi bir durum çıkıyor ortaya, benim elimde değil, ama onun elinde, o da değişmez. Peki o kim? Onu yönetenler neler? Neden ben değişmekten bahsederken, bana elimde değil istesem de olmaz ki dedirtiyor? Aslına bakarsanız, değişmenin önündeki en büyük engel içimizde yarattığımız ikilikler gibi duruyorlar. İçimizdeki ikiyi teke indirip, alışılanın dışında bir durum ortaya çıktığında içimizden gelen sesi tek olarak duyduğumuz anda değişime direnen tarafla da başa çıktık demektir.
Kim ki bu direnen taraf, aslında içimizde yarattığımız, deneyimleri biriktiren, korumacı bir tavıra sahip olan, iç sistemin ebeveyni gibi davranan, aman şimdi her şey güllük gülistanlık giderken durduk yerde kendini üzme diyen birisi; biraz temkinli, biraz ürkek, biraz fazla rahatına düşkün, biraz korumacı, biraz da korkak. Belki bir iç ses, belki bir düşünce ama ikilik yaratan bir iç ses, ya da ikilik yaratan bir düşünce.
Peki ne yapmalı, hep aynı mı kalmalı, yoksa bir şekilde bu ikileşmeyi yakalayıp, teke mi düşmeli. Yalın ve sade “ben”e mi ulaşmalı? Benim inancım teke düşmeye çalışmanın çok gerekli olduğundan yana. Peki ama nasıl? Ne zaman ki değişimin bitmiş halini ve içinde kendimiz için değerli olan şeyleri keşfetmeyi başarırsak, sonra o keşfin hemen ardından bu keşfi canlandıracak şeyleri belirlemeyi ve onlara doğru giden yolun taşlarını döşemeyi ve sonra da döşediğimiz taşların üzerinde yürüdüğümüzde karşımıza çıkacak farklı fırsat ve görüntüleri canlandırmayı başarırsak, o ikilik teke düşer gibi geliyor bana, çünkü ancak o zaman değişmenin katkısının farkına varmış oluveririz birden bire.
Kelime olarak basit, “değişmeliyim”, ama uygulamada çok da basit değil, hele ikilik varsa, çok zor, ama ne zaman ki teklikle düşünüp, değer önem çerçevesinden bakarsak, parmak şıklatmak kadar basit ve hızlı. Sonrasına kalan da seçtiğimiz değişimi kararlılıkla sürdürmek. Bunları tamamlayınca sonuç mu ne? Değişim denilen şeyin ta kendisi, hani şu kaçınılmaz olan..
Bu yazımda katıldığım bir toplantı ile ilgili bir şeyler yazmak istedim, çünkü dinlediklerim, duyduklarım bana gerçekten değişimin başladığını ve hatta halihazırda aramızda ve içimizde olduğunu düşündürdü.
Geçtiğimiz hafta Personel Yöneticileri Derneği (PERYÖN) İç Anadolu Şubesi tarafından düzenlenen bir etkinliğe katıldım, toplantı başlığı Ödüllü Firmalardan Tüyolar idi. Toplantıda PERYÖN’den ödül kazanmış altı farklı firma uygulamasına yönelik sunumlar yapıldı. Firmalar Vestel, Morhipo, Boyner Holding, Ak Sigorta, Garanti Bankası, Eczacıbaşı Baxter idi.
İnsan Kaynakları alanında 25 yılını geçirmiş bir profesyonel olarak bu tür toplantıları çok önemserim, çünkü biz İnsan Kaynakları profesyonellerinin toplumsal bir rolü olduğunu düşünürüm her zaman. Toplumlarda bazı roller vardır ki toplumsal dönüşümü, değişimi tetikleyebilecek kilit noktadırlar, evlerde anneler, okullarda öğretmenler ve şirketlerde İnsan Kaynakları ekibi. Hem bütünü görmek zorundadırlar, hem de bireyi, hem örnek olmak zorundadırlar, hem de destek. Katıldığım bu toplantıda duyduklarım da İnsan Kaynakları önderliğinde yapılan yeni uygulamaların bu toplumsa dönüşümü ne kadar çok destekleyeceğini ve yaygınlaşmasının önemini bir kez daha fark ettirdi. Bu da beni yine ve bir kez daha çok heyecanlandırdı. İşte bu nedenle de bu toplantıda duyduğum ve bana önemli gelen noktaları kendi düşüncelerimi de katarak sizlerle paylaşmak istedim.
Yani özetle, gerçek İnsan Kaynakları rolüne uygun uygulamalar duydum, bunların büyük, küçük tüm kurumlarda kabulünü, yaygınlaşmasını ve anlaşılmasını sağlamak bizlerin görevi diye düşünüyorum.