Archive | Şubat 2016

Değişmek Hareketle Başlar

degisim_nasilKurgular hep değişim üzerine. Yaşamda sürekli bir şeyleri değiştirmek ihtiyacı var; kendimizde, başkalarında, fiziksel çevremizde, yaptığımız her işte. Soru hep aynı, nasıl? Bazen kolayca oluveriyor istediğimiz değişimler, bazen sonsuza kadar rafta kalıyor. Dün bir konuşma dinliyordum, içinde geçen bir cümle çok hoşuma gitti; “Gerçek değişim hareketle başlar .” cümlesi.

Sadece bireysel değişim mi burada sözünü ettiğim, hayır, kurumsal değişim de tıpatıp aynı yoldan gidiyor. Kurum dediğimiz şey de en nihayetinde bir değil de on veya yüz veya bin tane birey. Yani o dünya da da değişim hareketle başlıyor. Çok yazılıyor, çok konuşuluyor, çok fazla şey öğreniliyor.

Eğitimlerimde çok söylerim, bilgiyi bilmek tek başına işe yaramaz, ne zaman ki içinden kullanılabilir bir şeyler keşfeder ve kullanmaya başlarsınız, işte tam da o noktadır eğitimin işe yaradığı nokta.

Günümüzde bilgiyi bilmek en kolaylardan. Elimizin altı kaynak dolu, kitapçılar kitap dolu, internet, temiz veya kirli, doğru veya yanlış bilgi dolu, etraf bilgiyi bilen ve gelip akıl veren insanlarla dolu, yani bilgiyi bilmek kadar kolayı yok. Asıl nokta bilgiyi bildikten sonrası yani bilgiyi duyup, çok da ihtiyaç var bu değişime denildikten hemen sonra başlıyor asıl işin kendisi. Bildiğim bilgi benim kendi değişimimde ne işime yarayacak sorusu ve arkasından da ben bu bilgiyi kendi hayatımda nasıl kullanırım sorusunun cevabını vermek. Bu cevabın hemen arkasından da son derece somut ve göze görünecek bir adımla bu bilginin en azından çok ufak bir parçasını uygulamaya başlamak, başlatmak. Sanki bir deney yapar gibi, bakalım beğendiğim bilgi gerçekten beğendiğim gibi mi, onu anlamak amaç. Nasıl yeni bir şey kullanmaya başlayacağımızda önce bir deniyoruz, denedikten sonra uyumlu bulursak artık gerçekten bizim oluyor, bilgi de tıpkı öyle, bir deneyip bakmak ve sonra da yaşamın içine sokmak lazım.

Bana göre değişimin önünde iki tane sıkıntı oluyor. Birincisi, o başlatacak küçük deneme adımını atamamak, ikincisi de o adımı değişimin bütününü tek seferde yapacak şekilde atmaya çalışmak. Deneme adımını atmayınca, zaten bilgi bilgi olarak kalmaya mahkum; değişimi tek seferde yapmaya çalışınca da kocaman fili tek seferde yutmaya çalışmak gibi bir durum, yani yutması mümkün değil.

Değişimi harekete geçirmenin en iyi yolu, önce o değişimin önemini ve değerini keşfetmek, hemen arkasından bunu yapmayı sağlayacak kaynaklara odaklanmak ve sonrasında da küçük adımları planlamak, yani o gerçek değişimi başlatacak hareketi planlamak. Sonrasında tıpkı yeni bir şeyler dener gibi bakmak, bana oldu mu, yoksa olmadı mı ve sürdürüp sürdürmeme kararını ona göre vermek.

Bu hafta üzerinde düşünmek ister misiniz; sizin için değişim ne ifade ediyor, yaşamınızda değiştirmek istediğiniz neler var, onlar her nelerse, değişmiş halleri gözünüzde nasıl canlanıyor, hangileri ile ilgili yeterli bilginiz var, bu bilgiyi bilmek değişimi başlatmanızı tek başına destekliyor mu, bu değişimin sizin için değerinin farkında mısınız, gerçek değişimi başlatacak adımları atmak için nelere ihtiyacınız var, en küçük adımınız ne olur?

Herkese mutlu bir hafta diliyorum…

Zihin Yapıları

Yeryüzünde her insanın tek ve biricik olması, her bir insanın kendi zihninden baktığı dünyanın da tek ve biricik olmasını destekliyor; çünkü kendi zihinlerimizden bakarak gördüğümüz her şeyi kendi dilimize tercüme edip, ona göre de bir davranış biçimi geliştiriyoruz. Her şeyi tercüme eden zihinlerimizin içinde bir de yapı var ki adına zihin yapısı deniyor, yani İngilizce adıyla “mindset”. Bu konu çok ilgimi çekiyor, çünkü her birimizin yaşamda attığımız her adımı etkileyen, bazen destekleyen, bazen kısıtlayan her ne varsa bu yapıların altından çıkıveriyorlar her daim. Çocukluktan beri geliştirdiğimiz bakış açımız, inançlarımız, alışkanlıklarımız oluşturuyor zihin yapılarımızı. Öylesine otomatikleşiyorlar ki zaman zaman, sanki nefes almak kadar doğal geliyor bize zihin yapımızın davranışa yansımış hali.

Bakın en genel hatlarıyla neler oluyor; Zihin yapımız sabitse, zorluk ve engel vaz geçme nedeni haline gelirken, gelişimi destekleyen zihin yapısı sahipleri için zorluk ve engeller yeni yollar arama fırsatı anlamına geliyor. Sabit zihin yapısı ve konfor alanı çok iç içe geçmiş kavramlarken, gelişimi destekleyen zihin yapısı farklılık ve yenilik keşfetmeye çalışıyor. Gelişimi destekleyen zihin yapısı, çabanın en az sonuç kadar önemli olduğuna inanırken, sabit zihin yapısı sadece sonuç da sonuç diye adeta bağırıyor. Başarısızlık, sabit zihin yapısındaki insanlar için adeta dünyanın sonu, çünkü dünyaya bu taraftan bakan insanlar ağırlıklı olarak hata yapmaktan da kaygı duyan ve mükemmel olmak zorunda hisseden insanlar. Yani başarı her şeyin odağında yer alıyor onlar için. Zeka, yetenek ve beceri, sabit zihin yapısından bakanlara göre belli bir zamana kadar geliştirilen ve ondan sonra da aynı kalan şeylerken, gelişimi destekleyen zihin yapısındakiler, daha fazla neyi ne zaman ne kadar geliştirip, neler katarım acaba diye bakıyorlar yaşama.

Bu durumun yaşama ilginç bir yansıması var. Birden çok insanın bir arada olduğu aileler ve kurumlarda da aynı bakış açıları ortaya çıkabiliyor. Ortak kurallar, ortak ilkeler yöneticilerin ve ebeveynlerin bakış açıları ağırlıklı olarak hangi taraftaysa, davranış biçimleri de, konulan kurallar da, hedefler de, prensipler de ona göre oluyor. Yani yukarıda saydığım bireysel özellikler o aileye, ya da o kuruma birebir yansımaya başlıyor.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, daha mutlu hisseden insanlar, daha fazla gelişime açık zihin yapısını yaşama aktaran insanlar. Sabit zihin yapısı bakışı yaşamı daha dar bir açıdan yaşamaya zorluyor.

Kendi zihin yapılarınızı gözden geçirmeye ve yaşamlarınıza yansıyan özelliklerini keşfetmeye ne dersiniz?

Güven, Delegasyon, Yetkilendirme

Kurumsal yaşantıda bütün yolları açan ya da açık yolları bile kapatabilen üç tane güçlü kelime; güven, delegasyon ve yetkilendirme. İçlerinden biri zemin malzemesiyken, diğer ikisi o zeminin üzerinde dans eden kelimeler. Dansın zerafati, izlenilirliği, katkısı, keyfi elbette zeminin sağlamlığına ve hareket kolaylığı sağlayabilirliğine bağlı.

Sözünü ettiğim zemin malzemesi tabii ki güven. İçinde insan barındıran her yerde konforlu yaşamayı, rahat nefes almayı, o yer her neresiyse oradaki havanın ferahlığını sağlayan en temel değer güven. Tanımı değişkenlik gösterebilir ancak ortaya çıkan sonuçların ortak olduğu bir değer.

Güven zemini üzerinde konuşulan önemli kavramlardan iki tanesi ise, delegasyon ve yetkilendirme. İkisi ayrı kavramlar gibi görünseler de, bana her zaman biri diğerini kapsar gibi gelir, kapsanan da her zaman çok basite indirgenip orada da anlamını kaybedebilir gibi gelir.

Basite indirgenen kavram genellikle delegasyon olur. Nedeni de aslında açık, ben zaten ne gerekiyorsa delege ederim demesi kolaydır. Ancak delege edilen iş ne diye de bakmak lazım, çünkü genelde delege edilen, delege edene angarya gelen işin ta kendisidir, bazen de sadece zaman tüketen ama katkısı da pek olmayan işlerdir veya en kötüsü “mış” gibi yapılan iş devirleridir. Yani gerçekten değer yaratan, işi üstlenen kişiyi geliştiren ve motive eden bir iş devri söz konusu olmayabilir. Bu durum işi devralan kişi tarafından anlaşıldığında da ciddi motivasyon sorunları ortaya çıkabilir.

Diğer kavram olan yetkilendirme, delegasyonu yani iş devrini içerdiği gibi, beraberinde de kişiyi o işi yapabilir kabul etmeyi, işin bütününü kişiye emanet etmeyi ve yapabilir olmasını destekleyen yolları da açmayı ve açık tutmayı barındırır. Yani bu işin sahibi ve ustası sensin ve ne yapılacağını bilirsin der yetkilendiren kişi.

Daniel Pink’in güncel motivasyon teorisi diyor ki, insanı motive eden üç şey vardır: ustalık, yani yaptığı işte yeterlilik hali, otonomi, yani başından sonuna kadar işin sahibi olma hali ve amaç farkındalığı, yani yaptığı işin hizmet ettiği amacı ve anlamı bilme hali.

Bu noktada yetkilendirmeye bir göz atarsak, bu üç kavramı da içinde barındırdığını görürüz. Yani bir kurumda en çok istenen ve dile getirilen, sahiplenen, sorumluluk alan ve motive çalışanı destekleyen bir durum çıkıverir ortaya.

Hal böyleyse belki de kurumsal dünyada delegasyon kelimesinin yerine yetkilendirme demeye başlamak lazım. Yetkilendirmeyi her kurumun kendi kültürüne göre tanımlayıp yapılandırmak ve sonra da sonuçları üzerinde kafa yormak lazım.

Sorsam sizlere, sizin çalışma alanlarınızda güven, delegasyon ve yetkilendirme nasıl algılanıyor? Nasıl uygulanıyor? Uygulamada katkı sağlayıcı nelere ihtiyaç var? Siz bu çerçevede iş sonuçlarını ve motive çalışmayı desteklemek adına neler yapabilirsiniz? Eğer iş ve sorumluluk devreden bir konumdaysanız, basite indirgenmiş delegasyon mu yapıyorsunuz, yoksa gerçekten yetkilendirme mi yaptığınız?

Herkese mutlu ve verimli bir hafta dileklerimle…

Bugün Benden Gelenler

Masal Terapi kitabını çok sevdiğim Judith Lieberman’ın NTV Radyo’da bir program yaptığını yeni öğrendim ve internetteki kayıtlardan keyifle dinlemeye başladım. Son günlerde araba kullanırken yol arkadaşlarımdan biri oldu. Bugün dinlediğim söyleşide Judith Lieberman’ın konuğu Nil Karaibrahimgil’di. Oldukça keyifli olan bu sohbet, kendimle ilgili çok şey düşündürdü bana.

Programı dinlerken, neden yazı yazmayı çok sevdiğimi, nasıl yazdığımı ve yazmanın beni neden heycanlandırdığını bir kez daha keşfettim. Yazıyorum çünkü belki sadece bir kişi, belki de daha fazlası minicik bir şeyleri alır ve cebine koyar ve belki de birileri ile paylaşır diye düşünmek bile beni fazlasıyla mutlu ediyor.

Düzenli olarak yazı yazmaya başladığım 2012 yılından bu yana yaşadığım hayata bakarken ilginç bir bakış açısı geliştirdim; her duruma acaba buradan alıp üzerine bir şeyler yazabileceğim neler var diye bakmaya başladım. Okuduğum her kitapta, izlediğim her filmde, katıldığım her sohbette, gittiğim her farklı yerde bir kelime keşfetmeye çalışırken buldum kendimi. Sonra da bulduğum kelimeleri, yakaladığım düşünceleri yazıya dökünce neler çıkacağı ile ilgili merakımın beni çok heyecanlandırdığını anladım.

İşte bugün dinlediğim konuşma beni yukarıda söylediklerimi hatırlamaya ve üzerinde düşünmeye doğru itekledi. Yani duyduğum bir şeyler bende yeni düşünceler yarattı. Tam da istediğim 🙂

Peki dedim kendi kendime, ben bugün ne yazsam? Sonra da bir zaman okuduğum bir kitaptan öğrenip, sonra da biraz detaylandırdığım bir bilgiyi paylaşmak geldi içimden. Çok destekleyici olduğuna inandığım bir üçlemeden söz etmek istiyorum bugün. Oldukça basit bir üçleme:

  • Önce geçmişin yaşanmış ve bitmişliğini kabul ve sonra oradan gelen kazanımları fark etmek (iyi ya da kötü).
  • Ardından şimdi olanları keşfetme, sahiplenme ve şükür
  • Hemen ardından, geleceğe dönük merak, ümit, beklentileri yapılandırma ve harekete geçme

Bu üçlü hem bireysel bakış açısını, hem de kurumsal yaşamı çok destekleyen bir üçlü. Varsayın ki hem özel, hem de kurumsal yaşamın içinde var bunlar, tam da şöyle olur olanlar

  • Geçmişte bir şeyler yaşandı, Kabul yaşandı, peki tam ne oldu ve biz ne öğrendik
  • Her olana karşın bugün elimizde neler var ve onlar bizi nasıl destekliyor
  • Bugünden yarına ve ileri geleceğe giderken, bugün elimde olanlarla ve geçmişten öğrendiklerimle merak, ümit ve beklentilerimle bakarak nasıl bir plan yapar, nasıl harekete geçerim?

Var mısınız bu üçlüyü hem özel, hem de iş yaşamlarınıza dahil etmeye?

Mutluluk Araştırmaları

anketGeçtiğimiz Aralık ayında ufak bir mutluluk anketi yaptım. Az sorulu, 60 katılımcılı bir anket. Genel bir fikir edinmek istedim mutluluk algısı hakkında. En özet grafiğini de yazıma ekledim.

Benim katılımcılarımın % 68’i kendilerini mutlu hissettiklerini söylediler. Biraz alt başlıklara bakınca, kadınlar erkeklere göre daha mutlu, daha sağlıklı, daha fazla arkadaş ilişkisine sahip ve güçlüklere çözüm üretme konusunda daha yetkin hissettiklerini belirttiler. Erkeklerse, yaşamı eğlenceli bulma konusunda daha yukarıda bir sonuca sahipler. Evlilerin tüm parametreleri bekarlara göre daha yüksek çıkarken, 40 yaş üzeri katılımcılar, daha gençlere göre tüm parametrelerde daha yüksek memnuniyet belirttiler. Benim basitleştirilmiş anketim, zorluklara bakış açısının, arkadaş ilişkilerinin, yaşama daha ileri bir yaştan bakmanın ve yaşamı birileri ile paylaşmanın mutluluk diye tanımladığımız şey her neyse onun üzerinde olumlu etkisi olduğuna yönelik ipuçları verdi ve aslında bu konuda söylenenleri de destekledi diye düşünüyorum. Bildiğim bir şey daha kısa anketim tarafından desteklendi, o da mutluluğu tanımlar mısınız dediğimde yapılan tanımların birbirinden ne kadar da farklı olduğu, yani mutluluk dediğimizde aslında en yakınımızdaki insanla bile aynı şeyden bahsetmiyor olabileceğimiz hali 🙂

Tam düzenlediğim anket üzerinde çalışırken, bir TED konuşması ile karşılaştım. Harvard Üniversitesi tarafından düzenlenmiş dünyanın en uzun süreli araştırması ile ilgili bir konuşma. Konuşmayı yapan Robert Waldinger, bu çalışmaları yürüten birimin şu andaki direktörü.

75 yıl süren ve 724 kişiyi kapsayacak şekilde yürütülmüş olan bu çalışma insanların mutluluğu ve sağlığı üzerinde etkili olan temel faktörleri değerlendirmeyi hedeflemiş, yani benim basit anketimin çok daha kapsamlı, uzun soluklu ve geniş katılımcılı olanı :). Uzun yıllardır takip edilen bu anketin sonuçları bugün gözden geçirildiğinde, zenginlik, şöhret ve başarının daha mutlu ve sağlıklı yaşam üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığı, onun yerine iyi ilişklerin bizi daha mutlu ve sağlıklı tuttuğu ortaya çıkmış. Üç tane de önemli nokta vurgulanıyor araştırma sonucunda;

  • Sosyal ilişkiler insanın sağlığı adına çok destekleyici, yalnızlık öldürür 🙂
  • İlişkide bulunduğumuz aile bireylerinin, dostların, arkadaşların sayısından ziyade, onlarla yaşadığımız ilişkinin kalitesi önemlidir. Sık sık ciddi tartışma ve çatışmaların yaşandığı ilişkiler sağlık ve mutluluk üzerinde son derece olumsuz etkilere sahiptirler.
  • Güçlü ve birbirine güvenildiğinin hissedildiği ilişkilerin varlığı, beyin sağlığının korunması güçlü hafıza için çok önemlidir.

Konuşmada önemli tavsiyelerde de bulunuyor Waldinger;

  • Ekran zamanını, insan zamanı ile değiştirmek,
  • Yaşamda bizim için değerli insanlarla keyifli ve yeni şeyler yapmak, mesela, uzun yürüyüşler, yeni buluşma zamanları yaratmak
  • Uzun zamandır görüşmediğimiz ve bizim için değerli insanları aramak, ziyaret etmek ve onlarla sohbet etmeye zaman ayırmak.

Tüm bunları kendi okuduklarımla, araştırdıklarımla, gözlemlerimle ve bana doğru gelenlerle birleştirdiğimde, gerçekten mutlu ve iyi hissetmenin ilişkilerimizle iç içe olduğunu kuvvetle bir kez daha fark ediyorum. Mutluluk yanımızda birileri olduğunda, onlarla yaşadığımız ilişkiyi önemseyip, güçlendirdiğimizde, o ilişkinin içinde kendimizi de rahat hissettiğimizde kendini fazlasıyla gösteriyor. Bunun yanına biraz da yaşamda yolunda gidenleri fark etmeyi eklersek, mutluluğu hissetmek adına iyi bir yol almış sayılırız gibi geliyor.

Peki, size göre mutluluğun en güçlü destekçileri neler? Onları günlük yaşamda ne kadar fark ediyorsunuz? Her gün bu konuda bir kaç şey keşfetmeye ne dersiniz? Paylaşımlarınızı bekliyorum.