Archive | Ocak 2016

Kolaylaştıran da, Zorlaştıran da Kendimizde Yarattığımız İnançlar

Zaman zaman davranışlarımızı yöneten inançlarımızdır dersem ne düşünürsünüz? İçimizde en derinde yarattığımız kolaylaştırıcı olsun diye var olan düşünce şekillerimizdir onlar dersem, ne dersiniz?

Evet bana göre inançlarımız yaşamı bize daha pratik yaşatan ve bizlerin yaşamda duyduklarımızdan, gördüklerimizden ve deneyerek öğrendiklerimizden hareketle geliştirdiğimiz kalıp cümlelerimiz. Pratik yaşatan dediğimde, pratik kulağa nasıl geliyor? Kolaylaştırıcı gibi değil mi? Eh biraz kolaylaştırıcı, çünkü karar ve yola çıkma noktalarındaki düşünme sürecinde kolaylık sağlıyor. Ancak, kolaylaştırıcı demek her zaman bizim için yararlı mı demek? İşte burada ikilem ortaya çıkıyor, ne yazık ki yararlı, destekleyici ya da faydalı olmayan kolaylaştırıcılık da yaşatabiliyor inançlarımız.

Bazı inançlarımızın bizim için oluşturduğu kısa yollar, “hadi bir an önce” kalıbı uyumlu gelirken, bazı inançların kısa yolları ise, “sakın ha, asla, deneme bile, çünkü yapamazsın” kalıbı ile uyumlanıyor. Yani her iki durumda da karar ya da eylem çok hızlı oluyor, ama bazen durma hali, bazen de harekete geçme hali ile son buluyor konu.

Yani o durum böyle olduğunda inançlarımız ya bizi itekliyorlar ve destekliyorlar, ya da “asla yapamazsın, nedenini de fazla sorgulama, çünkü öyle işte” diyerek durduruyorlar. Adı üzerinde inanç, inanmaktan geliyor. Tam da şöyle bir durum ortaya çıkıyor kendiliğinden; yapıp yapamayacaklarımız konusunda neye inanıyorsak, öyle davranırız, bunun da ötesi yoktur.

Peki acaba böyle olmasını en derinde ne kadar istiyoruz? İstiyor muyuz, yoksa sadece otomatikten hareketle, hiç düşünmeden, elimde değil, yapamam, ben böyleyim, asla bu durumda şunu yapamam filan gibi cümleler mi çıkıyor ağzımızdan. Sorguluyor muyuz kendimizi bu konuda?

Son dönemde çok kulağıma takılmaya başladı davranışlara yönelik inanç cümleleri. Özellikle de gençlerden duyduğumda daha fazla kulağıma takılıp orada da kalmaya başladı. Hadi yaşamda geçirilen zaman arttıkça başımıza gelenlerin kalıcı inançlar yarattığını varsayalım, peki gençler daha az zamanda nasıl bu kadar katı inançları bu kadar yürekten benimsiyorlar diye çok şaşırıyorum.

İten ve güç veren inanç cümleleri ile ilgili hiç bir problemim yok, hani diyorsa ki ne iş olsa hallederim, değişim mi, ben onu iki dakikada atlatırım, işte o zaman korkacak hiç birşey yok, çünkü bu cümleler sonsuza kadar destek demektir.

Ancak, duyuyorsak ki, değişim varsa, ben yokum, çünkü asla başa çıkamam. Ben asla yazı yazamam. Benim yabancı dile yatkınlığım yoktur. Tek başıma bu tür şeyleri asla yapamam. Bu iş bir tek böyle yapılır. Eğer böyle kalıpları duyuyorsak, alarmlar çalıyor demektir. Demektir ki, kısıtlayan inanç canavarları kafalarını kulübelerinden uzattılar ve hızla yaklaşıyorlar. Acil dikkat zamanı!!!

Her konuda olduğu gibi bu konuda da farkındalık şart. Fark etmek gerek hangi inançlarımız bizi tutuyor, hangileri arkamızdan itekleyip destekliyor. Tutanları yakalayınca biraz uzağa koymak lazım ki, gerçekten neleri yaparız neleri yapamayız görebilelim. Analiz edip bakmak lazım ki, bunlar bir kaç tecrübe sonrası oluşturduğumuz genellemeler mi, yoksa gerçekleri yansıtan cümleler mi anlayabilelim.

İnanç cümleleriniz üzerinde biraz kafa yormaya, size destekleyenleri güçlendirip çoğaltıp, engel olanları değiştirmeye ne dersiniz?

Makro Kurumlar, Mikro Yönetim

Dünya gelişiyor, değişiyor, büyüyor, zaman zaman sanki tek bir ülkeye dönüşüyor. Bu gelişim, değişim ve büyüme elbette dünyanın parçası olan ülkelere, toplumlara ve kurumlara da yansıyor. Makro farkındalık artıyor. Ne demek istiyorum, bütüne yönelik, bütünü anlamaya yönelik farkındalık artıyor gün geçtikçe.

Kurumsal yaşamda da makro bakış açısı, yani bütünden görme, büyük resim yaratma, planlama ve hedefleme, kurumun gelişime açıklığı için önemli destekler olarak kabul görürken, ne yazık ki en sık duyulan problemlerden biri de mikro yöneten yönetim kaynaklı sıkıntılar.

Mikro yönetenler kimler? Aslında mikro yönetenler mükemmeliyetçi, en iyiyi başarma arzusu olan, aksi bir şeyleri daha olmadan yakalayıp, durumu kurtarmayı çok önemseyen, ortada iş kalırsa toparlamanın kendi işleri olduğuna inanan, yönetici olmak demenin çalışanın hemen arkasında olup onu izlemek ve gerekirse duruma dahil olmak demek olduğunu düşünen, yani işin özünde yaptıkları işi en iyi yapmak adına bir takım yöntemler geliştiren insanlar.

Peki hal böyleyken, ve ortada ciddi bir çaba varken, bu yönetim tarzının getirdiği sonuçlar neler?

İronik bir durum ama, gelen sonuçlar, yöneticilerin en çok şikayet ettikleri başlıklara dokunuyorlar.

  • İşlerine sahip çıkmayan ve sorumluluk almaktan kaygı duyan çalışanlar
  • Kendilerini yetersiz ve değersiz hissettikleri için vizyonsuzluktan yakınan bireyler
  • Yetkiyi üstlenmek konusunda gözlenen problemler
  • Kendilerinden beklenen düzeyde verimi ve yaratıcılığı ortaya koyamayan takımlar
  • Kaygı ve korkunun hakim olduğu kurum kültürleri
  • Hatanın odakta olduğu ve hatanın gelişim fırsatına dönüşemediği durumlar
  • Biz daha neler yapacaktık da bir türlü zaman yok, zamanla yarışıp duruyoruz günlük işlerin peşinde koşmaktan esas verim alacağımız alanlara odaklanma fırsatımız yok diyen yöneticiler
  • Stres ve kızgınlık duygusunun kurum içinde gezinen en yoğun duygular haline geldiği durumlar
  • Mutlu hissetmiyoruz burada diyen çalışanlar

Yani aslında ne alan, ne de satan razı durumu ortadaki gözlenen durum.

Peki ne yapmak lazım? Önce teşhis koymak lazım. Teşhisi koyması gereken kim? Bana kalırsa, tedaviyi de yapacak olan kişiler, yani yine yöneticiler.

O halde, önce yönetsel sorumluluk taşıyanlar bir duruma bakmalı, basitçe burada ne oluyor diye sormalı ve durum değerlendirmesi yapmalı. Sonra bakmalı, semptomlar neler? Yalnız, semptomları sadece kurumsal açıdan değil, bireysel açıdan da değerlendirmek gerek. Yani hem iş sonuçlarına yansıyan, hem de bireysel olarak bende bir gerginlik, kızgınlık, yorgunluk yaratan gözlediğim semptomlar neler? Çalışanlarda yargısız gözle bakınca gözlenen semptomlar neler? Peki, bu semptomların altında yatan temel sorunlar neler olabilir? Yani genelde yapıldığı gibi bir ağrı kesici verip sadece semptomu ortadan kaldırmaya çalışmak, hadi sevgili çalışan bu davranışı değiştirelim demek, ya da sıkıntı veren parçayı kesip atmak yerine bir adım daha derine inip o semptomu ortaya çıkaran daha derinde var olanlara bakmak.

Varsayalım, mikro yönetim farkındalığı yakalandı. Peki o noktada neler olmalı? Alışkanlık denen birşey var, alışılmış denen bir düzen var, ne olursa bunlar değişecek? İşte bunun en kolay yolu, ya da denenmesi en öncelikle önemli olan yolu, ulaşılmak istenen sonuçlardan (sonuçlar da sadece iş sonuçları değil, bireysel çalışma huzuru da aslında bu sonuçların içinde yer alıyor) hareketle bir resim oluşturmaktan geçiyor. O resme doğru giden yolda şu anda görünen engellerin neler olabileceğini tespit edip, neler yapmak gerek üzerinde kafa yormak lazım; hem tek başına, hem de ekiple birlikte, açık yüreklilikle ve açık sözlülükle. Anlatmaya açık olunacağı kadar, dinlemeye ve anlamaya da açık olmak lazım.

Sonuca doğru giderken, mutlaka dikkat etmek lazım, ortaya çıkarılacak çözüm modeli, aynı şeylerin yapılmaya devam edilmediği bir model olmalı, yani yepyeni geliştirilecek bir model olmalı, çünkü aynı şeyleri yapmaya devam etmek demek, aynı sonuçları almanın kalıcı olacağının tam bir tercümesidir.

Üzerinde biraz düşünmek ister misiniz?

Olasılıklar Bavulu

bavulDün Çağan Irmak’ın yönettiği Nadide Hayat filmini severek izledim. İçinde beni etkileyen mesajlar vardı. Ancak en çok etkileyen Nadide Hanım’ın süslendiği bir sahnede söz ettiği olasılıklar bavulu kelimeleri oldu. Beklenmedik bir yerde gayet şık giyindiğinde rol arkadaşlarından birisi bunlar nereden çıktı diye soruyor ve “olasılıklar bavulundan, herkesin mutlaka olmalı” benzeri bir cevap geliyor.

Bu olasılıklar bavulu ismi benim çok hoşuma gitti. Yaşamda karşımıza çıkabilecek her duruma hazır olmayı ifade etti bana olasılıklar bavulu. Yani olası her duruma karşı sağlam bir duruşla hazır olmayı, o durumlarda yapabilir olduklarımızı bilmeyi ve ona göre hareket etmeyi. Sonra dedim ister kadın, ister, erkek, ister genç, ister yaşlı, ister küçük bir işletme, ister büyük bir kurum olsun, hepsinin de sahip olması gereken bir şey olasılıklar bavulu. Yaşamda karşımıza çıkabilecek kolay ya da zor, ters ya da düz, heyecanlı ya da durağan her bir duruma karşı duruşu belirleyecek bir birikim bana göre olasılıklar bavulu. Bence hepimizin içinde de gizli bir yerlerde duran bir bavul bu. Bazen farkında olup içinden bir şeyler çıkarıyoruz, bazen de hiç varlığını fark etmiyoruz. Halbuki bu bavulu fark etmek, içinde nelerin hazırda durduğuna bakmak, sonra neler olsa, neleri de koysak yararlı oluru keşfetmek, yaşamda karşılaşılan ani, zor, heyecanlı, karmaşık durumlarda bize her zaman olduğundan çok daha fazla destek olabilir. Tıpkı insanlar gibi, tıpkı bizler gibi kurumlar da birer organizma, yani bizlerin çoğul hali. Onlar da kendilerine bir olasılıklar bavulu hazırlasalar ve içindekileri bilerek yönetseler, bu bavul onların da çok işine yarar sanki.

Bazen küçük, bazen büyük, bazen düzenli, bazen dağınık ama bir bavulumuz her zaman olmalı, hatta belki de var. Önemli olan onun içindekileri bilmek, bazen yeni olanları keşfetmek, bazen de gerekli olan eksikleri içine katmak. İşte o zaman o bavulun varlığı kadını, erkeği, genci, yaşlıyı, kurumu, takımı son derece rahatlatır ve gülümseterek yol aldırır diye düşünüyorum. Sizler ne dersiniz?

Yeni Yıl Kararları – Devam :)

IMG_27232015 yılı hakkında konuşurken dünyada, ülkemizde, kurumumuzda, çevremizde yaşanan pek çok üzücü, can acıtan, kızdıran, geren, kısaca insana kendisini kötü hissettiren olay geliveriyor gözümüzün önüne. Gözümüzün önüne geldiğinde de yaşamımızın tümünü etkileri altına alma eyiliminde oluyor bu negatif olaylar ve yaşananlar.

Tam da bu noktada söylemek istediğim bir şeyler var. Elbette çok zor zamanları görmezden gelmek değil, elbette yaşanan olumsuzlukları yok saymak değil, elbette duyarsız ve vurdum duymaz olmak değil söylemek istediklerim. Yeni yıla başlarken tüm bu zor zamanların içinde var olan güzel ve iyi şeyleri de fark etmek ne kadar önemli sadece onu söylemek istiyorum. Mutlu olduğumuzu anlamak için tüm yaşamın hiç pürüzsüz ve arızasız olması gerekmediğini söylemek istiyorum.

Beynimizin çalışma sistemi gereği yaşanan zor günler, üzüntüler, kızgınlıklar, negatif tecrübeler zaten son derece önde durma eğilimindeyken, bunların üzerine bir de biz olup biten iyileri görmeyi bilinçli olarak seçme kararlılığında değilsek, bu kez gerçekten mutsuz ve depresif olma ve çözüm üretemez hale gelme konusunda son hız ilerlemek kaçınılmaz oluyor.

Bu kaçınılmaza giden yola girmek yerine ne yapmak lazım o halde? Aslında yapılacak şey son derece basit ve bir o kadar da zor. Biraz bakış açısını yöneten kendi iç kameralarımızın baktığı yönü fark etmek ve belki de biraz netlik ve bulanıklık ayarlarıyla oynamak lazım. Bunu yapmak son derece kolay, ama alışkanlıklarımız, o benim elimde değil ki diyen iç sesimiz, bu kadar aksilik içinde mutlu ve iyi hissetmek mi , dalga mı geçiyorsun sorusunu soran kendimiz ortaya çıktığında da bunu yapmak bir o kadar zor.

Peki nasıl oynanacak bu ayarlarla ve bu konuda kendi kendimizle nasıl uzlaşılacak? Ne yaparsak bu yönde bir şeyler yapmış oluruz? Bu oynamaları yapmaya başlamanın birinci adımı artısıyla, eksisiyle bir var olan durum tasviri yapmaktan geçiyor. Şu anda yaşamımda neler var. Hangileri iyi gidiyor, hangileri tam da istediğim gibi değil. Bana iyi gelen neler var, bana kötü hissettirenler neler. Bana kötü hissettiren şeylerle ilgili benim yapabileceğim neler var, benim elimde olmayanlar hangileri? Yani tam anlamıyla bir tasvir yapmak, yani durumu gösteren bir resim çizmek; tam da bugüne ait bir resim. Ardından da bugünkü resim buyken, ben tam ne yapmak istiyorum ve onu elde etmek için nasıl adımlar atmaya ihtiyacım var? Peki, beni neler harekete geçirir? Sorularını yanıtlamak lazım. Bunları yaparken de bizi ilerlemekten alıkoyan alışkanlıklarımızı bizimle sert bir tonda konuşan iç sesimizi yakalamak ve yönetmek lazım.

Böyle bir analiz yapmak, analizin bize tam olarak neleri gösterdiğini anlamak ve peşinden hareket planı oluşturmak, aslında tüm zorluklara karşın iyi gidenleri fark etmeyi, içlerinde mutlu olmamızı destekleyen parçaları keşfetmeyi, yürüdüğümüz yolun çıkacağı yolları bulmayı, bir şeyler yapıyor olmaktan dolayı kendimizi iyi hissetmeyi ve kendi yaşamımızı güzelleştirmeyi sağlar.

Bazen öğrenilmiş çaresizlik, bazen negatiflerin yönetmediğimiz kalıcı etkisi bize yaşamı ve yaşamayı giderek daha zor halde göstermeye başlar. Bunun üstesinden gelebilecek tek kişinin kendimiz olmasından hareketle, 2016 yılı içinde , dönem dönem durum analizleri yapmaya, o durumların içinde kendinizi iyi hissettirecek davranış ve düşünme stratejileri oluşturmaya, neleri sürdürüp, neleri yapmaktak vaz geçeceğinizi planlamaya ve aslında özetle her durum ve şartın içinde size mutlu ve iyi hissettiren neler varsa onları keşfetmeye ve olmasını istediğiniz şeylere doğru gidecek ve tümüyle size ait adımlarla yürümeye ne dersiniz?

Yeni Yıl Kararları

SunRiseYeni yılınız kutlu olsun, mutlu olsun, sevgi ve barış dolu ve verimli, üretken ve eğlenceli olsun, bu yıl sanki yeni doğan bir güneş gibi parlak ve ışıltılı olsun.

2015 yılı boyu değerini en çok fark ettiğim sözcüklerden biri “uyum” oldu. Bence uyum yaşamın her alanında çok anlamlı bir sözcük, yaşadığımız fiziksel alandan tutun, kendi dış görünümümüze, ilişkilerimizden tutun, yaptığımız işe kadar her alanda varlığına çok ihtiyaç duyduğumuz ve onu yakaladığımız anda da iyi hissetmeye başladığımız bir sözcük. Bu düşüncelerimi fark edince, 2016 yılında kendi yaşam düzenimin içinde daha fazla uyum yaratmak konusunda çalışmaya karar verdim. Bunu destekleyeceğini düşündüğüm bir diğer kararımı da yaşantıma tam Türkçe karşılığı da ne yazık ki olmayan “mindfulness” yani “an farkındalığı”nı daha fazla katmak konusunda aldım.

Bu iki konuyu düşündükçe, şunu fark ettim: aslında istediğimiz, yaşamımızla uyumu yakalamak ve yaşamımızı oluşturan anları fark etmekten öte bir şey değil. Bu isteğimizi tam olarak yerine getiremediğimizde şöyle cümleler dökülmeye başlıyor ağzımızdan: koşturuyoruz, yaptığımız da pek bir şey yok aslında, bir telaştır gidiyor, savaşıyoruz adeta…

Yaşam bize göre her ne ifade ediyorsa, onunla uyumu yakaladığımızda, hemen ardından yaşamdan neler beklediğimizle ilgili keşiflerimiz ortaya çıkıyor, hedefler yavaş yavaş belirmeye başlıyor, gelecek resimleri oluşuyor zihnimizde. Bunların beraberinde, yaşamı nasıl tanımladıysak o tanımın çerçevesinde, içinde bulunduğumuz durumla uyumlanmak için benim tarafımda neler yaparım ve bu durumu kendime uyumlamak için nelere ihtiyaç var sorularının cevapları çıkıyor ortaya. Bunlar olduğunda da, birileri nasıl gidiyor diye sorduğunda, koşturuyorum demek yerine o anda kendi gündemizde olup biten neler varsa, onlardan bahsetmeye başlıyoruz. Kendi tercihlerimizin ve seçimlerimizin farkına varıyoruz. Bir ritm ve bir tempo yakalıyoruz kendi yaşam yolumuzda.

Hadi varsayalım uyumu keşfettik, yanında biraz da an farkındalığı olsa nasıl olur?

Yaşamımızı oluşturan parçalar çoğaldıkça, o parçaların kendi iç parçaları bölünerek arttıkça, içimizdeki telaş ve yakalama hissi de artıyor. Bu hissi fark ettiğimiz anlar olduğu gibi, hiç fark edemeden devam ettiğimiz anlar da oluyor. Fark edemeden geçirdiğimiz anlar, sözünü ettiğim an farkındalığını yitirdiğimiz anlara dönüşüyor hızlı bir şekilde.

An farkındalığı olmadığında, aslında dokunabildiğimiz ve aslında gerçek tek zaman olan şimdiyi, geçmiş hesapları ve gelecek planları arasında gidip gelerek kaybetmiş oluyoruz. Bu durumda kaçan şimdiler, bize de hadi kovala ve yetiş duygusunu veriyor ve hemen arkasından da “ne olsun koşturuyoruz” benzeri cevaplar otomatik sistemden gelmeye başlıyor. Oysa, içinde olduğumuz anı, yani şimdiyi fark ettiğimizde o ana ait duygu ve düşünceleri hemen keşfediyoruz, bu keşif de beraberinde o anın gerekleri ile nasıl uyumlanırım, uyumu nasıl yaratırım sorusunun cevapları üzerinde düşünmemizi destekliyor. An fakındalığı uyumu, uyum da an farkındalığını destekleyip büyütüyor.

Bu yıl karar versek ve önce yaşam bize ne ifade ediyorsa onu kendimize göre tanımlasak, sonra da içinde bulunduğumuz anı ve durumu fark etmek ve uyumu yaratıp yakalamak için harekete geçsek. Bunları zaten yapıyorsak, biraz daha fark ederek ve kararlılıkla uygulamaya devam etsek ne güzel olur.

Kendi yeni yıl kararlarınızı oluştururken, kendi yaşam tanımlarınızı oluşturmaya, sonrasında da uyum ve anda kalmak konusunda kendi adınıza yapabilecekleriniz üzerine biraz düşünmeye ne dersiniz?