Tag Archive | duygu

Yaşamda İlerlemek

Hiç betonun içinden çıkmayı başarıp çiçek açmış bir bitki gördünüz mü? Ben çok görürüm ve merakla incelerim, çünkü yaşamda kararlılıkla, vaz geçmeden ve her türlü zorluğa rağmen ilerlemenin en güzel metaforudur benim için o bitki ve açmayı başardığı çiçek.

Üzerinde çok kafa yorduğum bir sorudur; Acaba ne olursa bütün insanlar her türlü zorluğa rağmen kendi yaşam yollarını kararlılıkla, vaz geçmeden ve hatta çiçek açarak yürürler?

Bu konuları araştırdıkça, insanın insanı anlama çabası dünya var oldukça sürecek bir çaba olacak diye düşünüyorum. İnsana dair merak arttıkça, insanı çalışan bilim dalları giderek daha fazla ve daha çeşitli bilgi üretiyorlar.

İnsana dair yapılan çalışmalar, duyguların davranışlar ve yaşam kalitesi üzerindeki etkileri ile ilgili oldukça detaylı sonuçlar sunuyor. Bu araştırma ve çalışmalar açıkça gösteriyor ki insan duygu varlığı ve duyguların insan sistemi üzerinde bazı otomatik ve tanımlı etkileri var. Ve yine bilim gösteriyor ki, insanı insan yapan en önemli özellik, bu otomatik ve tanımlı etkilerin farkında olmak ve onları yöneterek yaşamda kararlılıkla ilerlemek.

Duyguları iki ana grupta anlatıyor bilim; olumlu duygular ve olumsuz duygular. Her iki duygu grubunun da davranışlar üzerinde bir takım otomatik etkileri var. İyi bir şeyler deneyimlendiğinde ortaya çıkan sevinç, mutluluk, huzur, coşku gibi olumlu duygular insanı geliştirirken, aksi ve ters giden olaylar sonrasında ortaya çıkan üzüntü, kızgınlık, kaygı, korku gibi olumsuz duygular insanın kendini kapatıp korumaya almasına ve kısıtlı seçeneklerle yaşamasına neden olabiliyor. Bunun yanı sıra, yaşanan olumsuz deneyimler sonrası ortaya çıkan olumsuz duygular, diğer tüm mevcut duyguları otomatik olarak ortadan kaldırabilecek bir “yok etme” etkisi yaratabiliyorlar. Bu etki devreye girdiğinde insan sadece o andaki olumsuz duyguyla başbaşa kalarak, vaz geçme ve devam etmeme kararları verebiliyor..

Duygularla davranışlar arasındaki otomatik işleyiş zaman zaman kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı olabilirken, olumsuz duygu deneyimlenen durumlarda dikkatle incelenmesi gereken bir durum ortaya çıkabiliyor. Bunun nedeni de az önce söz ettiğim ve farkındalıkla yönetilmesi önemli olan, olumsuz duyguların “yok etme” etkisi.

Otomatik sistemden gelen “yok etme” etkisinin aslında niyeti oldukça iyi, olumsuz giden durumlarda insanın kendisini hızla koruma altına alması için sadece olumsuzu görmesini ve böylelikle bir iki seçenek arasında hareket etmesini sağlamak. Belki en basit haliyle bir tür acil durum modunu harekete geçirmek niyet. Bu modun harekete geçmesi insanın kendini korumaya alması adına çok değerli, ama hemen arkasından, normale dönmeyi başarmak ve sonra hızla tekrar yola koyulmak ve ilerlemeye devam etmek kısmı da bir o kadar değerli.

Koruma modundan kurtulup, ilerleme moduna geçmeyi başarmaya, tek bir kelime ile Türkçe’sini ifade etmekte zorlandığım, “resilience” deniyor. Resilience’ın bana göre en basit karşılığı bütünü görme, esnek olma ve kararlılıkla tekrar yola devam edebilme becerilerini harekete geçirebilmek. Yani insanın sahip olduğu en güçlü özelliklerden biri olan kırılmadan eğilebilme ve yeniden orjinal hale ve hatta daha iyisine doğru dönebilme kapasitesini kullanmak.

Resilience’ın kendini gösterebilmesini destekleyen en güçlü kavramlardan biri gerçekçi iyimserlik kavramı, çünkü sanki karışan ortalığın şöyle bir derlenip toparlanmasını sağlıyor.

Gerçekçi iyimserliği, başımıza gelenlere daha objektif bir gözle bakmamızı sağlayan bir tür bütünü görme becerisi olarak tanımlamak mümkün, yani tek başına iyimserlikten, bardağın sadece dolu tarafını görmekten daha farklı bir tanımı var. Bu beceri en yalın haliyle bize şunu söylüyor, başına geleni anla, o an için ne hissediyorsan hissetmeye izin ver, sonra dur, dışardan bak ve incele, yaşadığın durumun bütününde neler olup bitiyor, yaşadığın zorlu durumun yanında ve beraberinde neler oluyor fark et, fark et ki olumsuzun “yok etme” etkisini ortadan kaldırabilecek neler var keşfedebil ve sonra da bu keşifle ve elindeki tüm kaynaklarla bugünden sonra neler yapmak istediğini, nelerin senin için önemli olduğunu bul veya hatırla ve sonra tekrar yola devam et. Fark ettiğiniz gibi gerçekçi iyimserliğin de, olumsuz duygunun yarattığı “yok etme” etkisini ortadan kaldırabilme gücü var. Bu sayede resilience’ın ortaya çıkmasına da alan açmış oluyor.

Çocukluğumdan beri yaşamda yol almanın ve bu sayede de gelişmenin en temel insan sorumluluğu olduğuna inanırım. Hal böyle olunca, insanın yaşam yolculuğunda yaşadığı her türlü zorluğa karşın ileri doğru gitmesini sağlayan güçlü destekçilerinden biri olan “resilience” becerisinin, insan olma özellikleri ile birlikte içimizde var olduğunu sürekli hatırlamanın son derece önemli olduğuna inancım da sonsuz hale geliyor. Çünkü böyle olduğunda, tıpkı betonun içinden yılmadan dışarı uzanarak çiçek açmayı başarmış bitki gibi, insanların da yeşerip, çiçek açabileceğini biliyorum.

Sizler de benim gibi düşünüyorsanız, bugün kendinize aynada bakıp, “resilient” olmak (yani zorlu durumlarda vaz geçmeden yola devam edebilme becerisini harekete geçirmiş olmak) konusunda kendinizi biraz gözleseniz neler fark edersiniz? Peki “gerçekçi iyimser” olma konusunda ne gözlüyorsunuz kendinizde? Bu becerileri yaşamınızda daha fazla deneyimlemek adına neler yapmak istersiniz? Bu sorular üzerinde biraz kafa yormaya ne dersiniz?

Hoş Kokulu Ortamlar

Bir ortamdaki genel durumu anlamaya çalışırken, nedense duygularla çok ilgilenmiyoruz. Onun yerine ağırlıklı olarak gözlediğimiz davranışlara odaklanıyoruz. Davranışlara bakarak bir takım yargılar oluşturmaya başlıyoruz. Oysa eğer insanların toplu yaşadıkları yerlerde zaten havada uçuşmakta olan ve davranışlara eşlik eden duyguları da fark etsek, yargılardan uzaklaşıp mutluluk ve başarıyı yakalamak belki şimdikinden çok daha kolay olabilirdi.

Duyguları birbirini bütünleyen iki temel grupta düşünebiliriz: olumlu ve olumsuz duygular. Olumlu duygular en yalın listelemeyle; neşe, keyif, merak, ilham, sevinç, huzur, huşu, sevgi, şükran, umut, gurur olarak sıralanabilir. Olumsuz duygular ise, daha duyar duymaz hepinizin hemen aklına gelenlerle anlatılabilir; korku, kaygı, endişe, kızgınlık, öfke, üzüntü.

Tamam biliyoruz, olumlu ya da olumsuz, hepsi de insanlara ait. Onları tanıyoruz, ama sanki olumsuzları daha hızlı yakalıyoruz. O arada da olumlu duyguların etkisinin önce iyi hissetme ve sonra da keyifle yola devam etme ve bir şeyleri başarma konusunda ne kadar önemli olduğunu kolayca unutabiliyoruz. Sonra bir bakıyoruz, zaten otomatik olarak görüş alanımıza düşüveren olumsuzlar sarmış sarmalamış etrafımızı, ne bir şey yapmak geliyor içimizden, ne de o durumdan kurtulmak mümkün görünüyor.

Çocukluğumdan beri düşünürüm, duyguların bir kokusu olsa nasıl olurdu diye. Eğer duyguların kokusu olsaydı, eminim olumlu duygular çok ferah kokardı, sanki bahar gibi, sanki deniz gibi, sanki taze çiçekler gibi. Olumsuz duygular ise burnumuzu tıkatacak ve nefes almasak daha iyi dedirtecek cinsten kokular saçardı etrafa, sanki bir şeyler bir yerlerde çürümüş gibi.

Kokuları olsaydı duyguların, bir eve, bir şirkete ilk adım atığımızda koklayabilseydik havadaki duyguları, güzel kokuları çoğaltıp, kötü kokuları yok etmek için daha çabuk harekete geçerdik. Kötü kokuları fark edip ortalığı havalandırır ve güzel ve ferah kokuların içeri dolmasına izin verirdik. İlk anda hemen ferah kokular gelmese dahi, kötülerin çıkması bile iyi gelirdi eminim. Kötüler çıktıkça da yerlerine güzel kokular doluverirdi hızla.

Peki acaba o güzel kokuları neler taşır içeriye, işte bir kaç fikir benden size;

  • Günaydın demek, selam vermek, hatır sormak, teşekkür etmek birbirimize.
  • Yardımlaşmak ve destek olmak elimizden geldiğince.
  • Birlikte zaman geçirmek, gülmek ve neşelenmek hep beraber.
  • Onlar ve ben değil, “biz” diyebilmek içinde bulunduğumuz topluluklardan söz ederken.
  • Ortak amaçlarımızın farkında olmak ve yaptığımız şeylerle o ortak amacı birleştirebilmek.
  • Kendimizi açıklıkla ifade edebilmek, yargıdan ve yorumdan uzak kalmayı başarmak, olanı olduğu gibi anlamak ve olanı olduğu gibi anlatmak elimizden geldiğince.
  • İçinde bulunduğumuz anı fark etmek ve yönümüzün bugünden geleceğe baktığından emin olmak.
  • Sevgiyi o ortam her neresiyse içine bolca katmak ve çoğaltmak.

Bu haftaya başlarken parçası olduğunuz ailenizdeki, yönettiğiniz veya çalıştığınız iş yerinizdeki havayı biraz koklamaya ne dersiniz? Ardından da gerekiyorsa ortamı biraz havalandırmak ve güzel kokuları içeri almak için neler yapmak lazım biraz düşünmeye, güzel kokuların karşılığı olan duyguların  sizde çağrıştırdıklarını ve güzel kokan havayı içeri almakla ilgili aklınıza gelenleri paylaşmaya ne dersiniz?

Mutlu haftalar…

 

 

Bulaşan Duygular

duygularKorku, kaygı, endişe insanın hayatta kalma reflekslerini ortaya koyabilmesini sağlayan güçlü negatif duygular. Kontrol edilerek ve farkındalıkla yönetildiğinde hayatta tutan, ancak kontroldan kaçtığında yaşamayı çok zora sokan duygular.

Dünyada, ülkelerde, toplumlarda, iş yerlerinde, ailelerde yaşanmakta olan ve negatif duygu oluşturan pek çok durumla karşı karşıyayız. Dünya döndükçe bunların da var olacakları son derece açık ve net. Madem öyle, bu durumlarla başa çıkabilmek için nasıl davranmak lazım diye düşünmek ve kafa yormak lazım gibi geliyor bana.

Duygular bulaşıcı ve yayılma hızları oldukça yüksek, bunu artık bilim ispatlıyor. Kızgınlık, kaygı, korku karşı tarafa bir his olarak geçtiği gibi, karşılıklı iletişimde kullanılan kelimeler, bir şeylerin anlatılış ve aktarılış biçimi insanlarda negatif duyguları daha hızlı harekete geçirip daha hızlı yayılmasına neden olabiliyor. Tabii unutmamak lazım, benzer şekilde olumlu duygular, iyi hissetme hali de bir o kadar hızla bulaşıp yayılabiliyor.

Tam da bu noktada duygu bulaştırmak konusunda kendi durumumuza bir bakmak bana önemli geliyor. Nasıl ki olup biten olaylar, diğer insanlarla olan iletişimde duyduklarımız bizde negatif duygular uyandırıp, iyi hissetmeme halini tetikleyebiliyorsa, bizim tavır ve davranışlarımız, iletişimde kullandığımız sözler, paylaştığımız haberler, anlattıklarımız da karşı tarafta aynı durumu yaratabiliyor demektir.

Daha önceki bir yazımda söz etmiştim, her birimiz yaşamda fiziksel bir alan kaplıyoruz ve bu kapladığımız alanın bize yüklediği bir takım sorumluluklar da var. Bu sorumluluklardan bir tanesi kendi bulaştırdığımız duygulara ve içinde bulunduğumuz duygu durumuna yönelik farkındalık, yani aynada kendimize bakma ve biraz soru sorup cevaplama ihtiyacı. Acaba gün içinde zihnimde dolanan düşünceler nasıl düşünceler? İnsanlara neler söylüyorum, neler anlatıyorum? Konuşma tarzım nasıl? Anlattıklarımın ne kadarı ağırlıklı negatif duygu ve düşünce barındırıyor. Bana nasılsın denildiğinde nasıl cevap veriyorum; cevaplarım genelde “bu zamanda iyi olmak mümkün mü”, “yaşıyoruz işte” gibi cevaplar etrafında mı dolaşıyor? Gazete okuyup, haber dinliyorsam, seçip okuduklarım ve dinlediklerim neler? Kendi duygu durumumu nasıl yönetiyorum? Odağım yalnızca olup biten negatif olaylarda, başıma gelen kötü şeylerde ve kendi kontrolum dışında gelişen zorlu durumlarda mı, yoksa bunların içinde yolunda giden bir kaç şeyin varlığından da haberdar ediyor muyum kendimi? Çalışma yaşamımda aksilikleri odakta tutup bunların yarattığı kızgınlığı mı, yoksa çözüm çabasını mı aktarıyorum arkadaşlarıma? Aile yaşamımda, arkadaş ilişkilerimde, günlük toplumsal yaşam içinde durumum nasıl? Yaşamın içinde yüzümü geleceğe çevirerek, bu yaşam benim ve yapabileceklerim üzerinde düşünüp çalışmalıyım diyerek güçlü bir duruş seçiyor muyum kendime, yoksa seçtiğim duruş benim yapabileceğim bir şey yok, artık ben çaresizim duruşu mu?

Takip ettiğim bir yazar var Michelle Gielan. Amerikalı eski bir televizyon haber spikeri. Haberlerde kullanılan dilin, haberlerin paylaşılma şeklinin daha farklı seçilmesi ile toplumda yaratılabilecek olumlu değişimden söz ediyor yazılarında. Günlük dilde, günlük iletişimde yapılacak bir kaç oynama ile ailelerde, iş yerlerinde, ilişkilerde sağlanacak iyileşmelerden söz ediyor.

Michelle Gielan’ı son derece haklı buluyorum, çünkü artık beynin işleme mekanizmasını biliyoruz, çünkü nörobilimciler her gün yeni keşiflerde bulunuyorlar beyinle ilgili. Biliyoruz ki, beyin korku, kaygı ve endişe duygularını deneyimliyorsa, acil durum koruma moduna alıyor kendisini ve yaşamı o çerçeveden deneyimletmeye başlıyor kullanıcılarına. Üstelik biliyoruz ki o modun “tam bir insan” modu olduğunu söylemek de pek mümkün değil ne yazık ki.

Bu hafta biraz bu konu okuyucularımın gündeminde olsun istedim. Zor zamanlar her zaman yaşanacak bundan kaçmak çok mümkün olmuyor, ama bu zor zamanları kendi adıma ben nasıl yönetirim, çevremdeki insanlarla olan iletişimimde neleri farklı yapabilirim, olup bitenleri kendi içimde nasıl tercüme edip, yüzümü geleceğe doğru çevirip yola devam edebilirim sorularının cevapları üzerinde düşünmek önemli geliyor bana. Sizler ne dersiniz?