Archive | Aralık 2020

Hoş Geldin 2021

Yüz yıllardır yılların gidişine gelişine bir anlam veriyoruz. Kendi yarattığımız zamanı kendimizce şekillendirmeye çalışıyoruz. Kendimize bir yol, yön oluşturmaya çalışıyoruz. Bir şeylerle vedalaşmak, bir şeyleri hayatımıza dahil etmek için düşünüp planlar yapıyoruz. Biten yıla şöyle bir bakmak, yeni yıla güzel dilekler, kararlar, hayaller bırakmak binlerce yıllık bir gelenek olmuş belki de farkına varmadan. 

Ben de bu geleneği bozmadan 2020 ile vedalaşmak, 2021’i sevgiyle kucaklamak ve 2021’le ilgili kararlarımı gözden geçirmek için aldım kağıdımı kalemimi elime ve başladım düşünmeye.

Geçen yıl bu zamanlarda yeni yıla dair bana kendini fark ettiren bazı şeyler bu yıl da hemen görünüverdiler gözüme. Biraz kurcalayınca, bir grup kararımın yıllık değil ömürlük olduklarına inandım. Nedir onlar derseniz, hemen söylerim: Şefkat, sevgi ve umudu ve bunlara bağlı olarak da mutluluğu hem kendi içimde çoğaltmak hem de paylaşmak konusunda yaptıklarımı daha fazla yapmakla ilgili kararalar sözünü ettiklerim. İnanıyorum ki içinde yaşadığımız günlerde ancak ve ancak kızgınlık, öfke ve umutsuzluk yerine onların zıt kavramları olan şefkat, sevgi ve umut çoğalırsa daha iyi bir dünya olacak etrafımızda.

Sosyal Ağların Şaşırtıcı Gücü isimli kitapta rastladım, 1 kişinin üçüncü seviye etki alanında 8000 kişi varmış. Yani 1 kişi bir şeyleri değiştirirse, 8000 kişiyi etkileme ihtimali ortaya çıkıyormuş. Madem öyle, ben de umut ve şefkati çoğaltma konusundaki kararlarımı paylaşırsam, bakarsınız birileri beğenir kullanır, o zaman da belki 8000, 10000 derken birçok insanın içindeki umut, şefkat ve hemen peşlerinden de mutluluk çoğalır dedim kendi kendime.

İşte benim kararlarımdan bana göre en kolay olanlarından bazıları:

  • Sabahları günaydın de, önce kendine, sonra doğan güneşe, sonra yakınındakilere, gördüklerine, görüştüklerine, konuştuklarına
  • Sahip olduklarını sık sık fark et ve sonra da hepsinin varlığına şükret
  • Sorun paylaşmak yerine, sorundan söz edince aklına gelen çözümleri de keşfet ve onları da paylaş
  • Kullandığın dile ve seçtiğin kelimelere dikkat et, koşturuyoruz demek yerine ne yapıyorsan onu söyle, yorgunum demek yerine seni meşgul eden işlerinden söz et
  • Her zamankinden daha fazla teşekkür et, teşekkür ederken ne için teşekkür ettiğini, yapılan şeyin seni neden memnun ettiğini de belirtmeye gayret et
  • Daha fazla yardımlaşmayı ve dayanışmayı hedefle,
  • Her ne yapıyorsan o anda orada olarak yaptığından emin ol 
  • Sevdiklerine onları sevdiğini daha fazla söyle
  • Çocuklara ve gençlere daha fazla zaman ayır, bildiklerini, tecrübelerini anlat, paylaş
  • Doğayı ve doğadaki canlıları gözlemlemeye ve anlamaya çalış
  • Kendi yaşamında yolunda gidenleri daha fazla fark et, unutma yolunda gidenler genellikle yolunda gitmeyenlerden daha fazladır, ama biz yolunda gitmeyenleri daha kolay fark ederiz
  • Duyguların bulaşıcı olduğunu her zaman hatırla ve her gün acaba bulaştırdığım duygu ne sorusunu sor kendine
  • Koskoca evrende küçücük bir “ben” olsan da, kapladığın bir alan olduğunu hep hatırla ve o alanın sana verdiği iyi ve doğru insan olma sorumluluğunu sakın unutma
  • Hayatı otomatikten ve sadece alışkanlıklardan yaşamadığından emin ol, her gün farklı ne var, ben nasıl katkı sağlarım sorusunun cevabını aramayı sakın unutma
  • Daha fazla oku, daha çok soru sor, daha fazla öğren, daha fazla keşfet, daha fazla paylaş

2021’in, 2020’nin öğrettikleriyle birlikte hepimize yeni pencereler açması ve sağlıklı, mutlu, umutlu ve şefkat dolu bir yıl olması dileklerimle…

Zamansız Zamanın İçinde Dolaşan Bahar Sabahı Kokuları

Perdeleri açtı. Koltuğunu cama doğru çevirdi. Usulca oturdu. Derin bir nefes aldı. Karşısında yükselmekte olan güneşe, ağaçlardaki bahar dallarına baktı. Hemen ardından da yanındaki sehpaya uzanıp az önce özenle pişirdiği sabah kahvesini eline aldı. Güneşe, gökyüzüne, bulutlara ve bahar dallarına bakarak kahvenin en sevdiği yeri olan köpüğünden keyifli bir yudum aldı.

Nasıl oldu o da anlamadı ama bir anda aklına “zaman” kelimesi düşüverdi. Ne çok işgal ediyor kafamızı şu zaman diye düşündü. Hep söyleyecek bir sözümüz var zamana dair; Zaman su gibi akıp geçiyor. Ne çabuk geçmiş zaman. Zamanım yok. Zamana ihtiyacım var. Zamanı yönetmek gerek. Zamana bırakalım. Zamansızlıktan yoruldum. Zamanı gelince düşünürüz.

Derken zaman, zamansızlık, zamanın akışı, geçişi, gidişi ve zamanla kurulan ilişkilere dair sorular ve cümleler belirmeye başladı zihninde birer birer.

“Zamanı tasvir etmek istesem nasıl ederim? Zamanın bir rengi olsa ne renk olurdu? Bir kokusu olsa neye benzerdi? Bir şekli olsa acaba nasıl görünürdü? Görsem, dokunsam, kokusunu fark etsem nasıl bir ilişkim olurdu acaba zamanla? Madem bize görünmüyor, gerçekten var mı ki zaman diye bir şey? Farz edelim zaman diye tanımlı bir şey hiç olmasaydı acaba nasıl olurdu hayat? Kimdi ki zamanı yaratan, ben miyim yoksa bir başkası mı? Ne zormuş yahu zamansızlığı da zamanın nasıl var olduğunu da hayal etmek. Onlar duradursun, bir bulayım başka ne sorular gelmiş zihnime? Hah buldum işte; zaman hızla akıp gittiğine ve geri gelmediğine göre acaba vefasız mı kendileri?  Yoksa birçok şeyi zamana bırakıp durduğumuza göre çok mu yardımsever? Değilse, durmadan bir şeyleri bana bırakıyor bu insanlar diyerek beziyor mu bizlerden?”

Bunları düşünürken sanki bir insan gibi canlandı karşısında zaman. Hatta iki insan gibi canlandı. Biri zamansız zamanın temsili olan insan; siyah beyaz, ruhsuz, ifadesiz ve sabırsız, çok mesafeli, sanki elini uzatsa daha da uzaklaşacak gibi. Diğeri ise tam da içinde durduğu zamanın temsili olan insan; rengarenk ve capcanlı ve duygu dolu ve sakin ve hatta bahar sabahları dışarı ilk çıktığında duyduğu o güzel, ferah ve karmaşık kokuya sahip, sanki elini uzatsa dokunacakmış kadar yakın.

Zamansız zaman da ne demek diye düşündü ardından. Bir sırası olmayan, işgalci, zorba, yerini bilmeyen ve saçma gibi kelimeler döküldü aklının içine. Sonra o bahar sabahı kokusu geldi burnuna tekrar, sanki az önce aklının içine dökülen anlam veremediği ve sırasız kelimelerin arasına süzüldü izinsizce.

Bahar sabahının kokuları zamansız zamanın içinde gezinirken o zamansız zamanların aslında burada ve yanında olmadıklarını fark etti. Bir kısmı kendi bahar kokan anlarında yaşanmış bitmiş, bir kısmı da kendi bahar kokan anları gelinceye kadar yaşanamayacaklardı. Yoksa şimdi fark ettiği o bahar sabahı kokusu şu anda oturduğu koltuğa, dışarıdaki güneşe ve bulutlara, elindeki kahve fincanına, dilindeki kahve tadına mı aitti ne? Zorlasa bu güzel koku bulaşabilir miydi acaba siyah beyaz ve renksiz, ifadesiz ve ruhsuz görünen zaman temsiline, dönüştürebilir miydi onu da acaba kendi güzelliğine?

Şu anda burnuma gelen bu güzel bahar kokusunu her fırsatta yakalasam, varlığını hatırlasam, unutmasam, oldu ki unutsam bile yeniden hatırlamayı hatırlasam yeter mi acaba renksiz ve zamansız zamanın işgalini yok etmeye diye düşündü kendi kendine. Kim bilir, yeter belki de diye cevapladı kendi sorduğu sorusunu sessizce.

Birden o güzel koku geldi burnuna yeniden, sanki sardı bütün bedenini hiç ona sormadan. O güzel koku eşliğinde bir yudum daha aldı kahvesinden, daha mı güzeldi bu yudumun ağzında bıraktığı tat ne? Gülümsedi ve yüzüne konan tatlı tebessüm eşliğinde tekrar çevirdi bakışlarını camdan dışarıya, artık ta içinde hissettiği o güzel bahar sabahı kokusuyla beraber …

Kutunun Dışından Düşünmek mi Yoksa Kutuyu Tamamen Kaldırmak mı?

Bilgisayar programlamanın öncülerinden Grace Hopper’ın bir cümlesi beni çok etkiler. 

“Dilimizdeki en tehlikeli cümle biz bunu her zaman böyle yaparız cümlesidir…”

Her zamanki gibi düşünmek, alışıldık çözümler üretmek, bildik bakış açıları ile durum değerlendirmesi yapmak, her zamanki gibi davranmak, yapılacak işlere hız kazandırma özelliğine sahip olsa da zaman zaman gözümüze çarpmak için sabırsızlanan birçok şeyi gözden kaçırmamıza ve belki de elimizde olandan daha iyi sonuçların da var olabileceğini göz ardı etmemize neden olabilir.  

Albert Einstein’ın “Hiçbir problem yaratıldığı düzlemde çözülmez.” Sözü tam da bu durumu temsil eder. Bir problemi çözmek için mutlaka dışarıdan ve farklı bakış açılarından bakarak durumu mümkün olan en net şekilde anlamaya ihtiyaç vardır.  

Özellikle zorlu veya yenilik ve yaratıcılık gerektiren durumlarda alışıldık ve tanıdık düşünce biçimleri ile düşünmenin yanına eklenecek, “böylesi bir durumda farklı neler yapılır, farklı nasıl davranılır, farklı noktalardan bakıldığında bu durum nasıl görülür, farklı ne tür çözümler üretilir” gibi soruların cevapları üzerinde düşünmek, çözümsüzlük hissini ortadan kaldırmanın ve yepyeni fikir ve çözümler üretmenin en etkili yolları arasında yer alır. Bu sayede, keşfedilmeyi bekleyen mevcut bilgi ve deneyimin sentezinin gün yüzüne çıkması sağlanmış olur.

Bu keşif süreci pek çok yerde “Kutunun Dışında Düşünme” metaforu ile anlatılır.

Mevcut düşünce ve davranış biçimlerimizi temsil eden kutunun içi, her zaman bildik, tanıdık ve uygulaması kolaylaşmış şeylerle doludur. Bu kutunun kenarları içinde saklanan bilindik şeyler dökülüp kaybolmasın ve biz gönül rahatlığı ile onları kullanmaya devam edelim diye sıkıca kapatıldığında, potansiyel, sentez, farklılık, yenilik ve yaratım konularında yarattığımız engellerin de aynı kutuya doluşması kaçınılmaz hale gelir. İşte tam da bu noktada kulağa hoş bir şeymiş gibi çarpan konfor alanında kalma mevzusu, yani en iyi tanıdığımız ve bildiğimiz alana saklanma eğilimi bizi hayata farklı bakış açıları ile bakmaktan ve yeni davranış ve çözümler üretmekten, kolayca alıkoyabilir.

İçinden geçmekte olduğumuz dönemde “kutunun dışında düşünme” metaforuna da bir farklı bakışın gerekmeye başladığı günlerdeyiz. Her şey öylesine hızlı değişmeye ve dönüşmeye başladı ki bu değişime uyumlanmak ve zorlu durumlara yepyeni çözümler üretmek için eski düşünce ve davranış biçimlerinden tamamen bağımsız bir bakışa ihtiyacımız olacak. Kim bilir belki de çözümün kutunun hiç olmadığı bir düşünme biçiminde saklı olduğunu fark edeceğiz.

Hazır hafta sonu da gelmişken, belki bir düşünme ödevi iyi gelir: Acaba “kutunun dışında düşünme” metaforu size ne ifade ediyor? Sizin yaşamınızda zorluk, yenilik ve yaratıcılık kavramları kutunun içinden çözümlerle mi yoksa dışından çözümlerle mi besleniyor?