Tag Archive | çalışan mutluluğu

Kurumsal Hoşgeldiniz Programları

onboardingYeni bir iş yeri, ilk iş günü, yeni bir başlangıç. Çalışma yaşamında olan herkesin bir ilk iş günü olmuştur elbette ve herkes o ilk günün sabahı içindeki telaşı hatırlar diye düşünüyorum. Belki uzun zamandır aradığınız bir iş, belki çok darda kaldığınızda karşınıza çıkan bir iş, belki tam da istediğiniz unvanla istediğiniz yerde bir iş, hiç fark etmez, hepsinin de ortak paydası, yeni bir iş heyecanı. Sonra o heyecanla ilk sabah varıyorsunuz iş yerine. Kapıdan içeri giriyorsunuz, kimse size tanımıyor tabii, siz de kimseyi tanımıyorsunuz, o da doğal, ama kimseler de sizi karşılayıp hoşgeldiniz filan da demiyor. Resepsiyondaki görevliye yeni başladığınızı söylüyorsunuz, o da size masanızın yerini tarif ediyor, gidip bulup oturuyorsunuz. İnsanlar birbirlerini tanıyor ya, bir sohbet ortamı da yürürlükte, ama size basitçe günaydın diyen birileri dışında başka bir şey yok. Az sonra sizinle mülakat yapan bölüm sorumlusu geliyor, elinizi sıkıp hoşgeldiniz diyor, çok kısa bir bilgi veriyor ve masanıza bir sürü dosya bırakıp, siz biraz yaptıklarımızı anlamaya çalışın, yarın bir bölüm toplantısı var, orada daha fazla bilgi sahibi olursunuz ve arkadaşlarla da tanışma fırsatınız olur diyor ve o da gidiyor. Dün gece nasıl hissediyordunuz, bu sabah işe gelmek üzere uyandığınızda neler vardı aklınızda, şimdi ne hissediyorsunuz?

Belki biraz abartılı bir senaryo ama gerçek kısımları da var içinde. Okurken kafasını sallayanlar olacağını tahmin ettiğim kadar gerçek kısımları var hatta.

İlk gün başlangıcı, izleyen ilk hafta, hatta onu da izleyen ilk ay, yeni işe başlayanlar için o kadar değerli ve önemlidir ki, işte tam da bu nedenle “İşe Hoşgeldiniz Programları” ya da, en çok kullanıldığı şekliyle “Oryantasyon Programları”nın önemine tüm kalbimle inanırım. Son dönemde İngilizce “on boarding” de denilmeye başlanan bu programların, bizim gemiye hoş geldiniz demeyi çok güzel hale getiren programlar olduğunu düşünürüm.

Yepyeni bir ortama giren insanlara o ortamı tanıtmak, ne nerede, kim kimdir göstermek, ne yenir ne içilir anlatmak, dikkat edilmesi gerekenleri özetlemek, kurallardan ve kuralsızlıklardan bahsetmek, küçük bir tanışma organize etmek, masasının, kullanacağı malzemelerin hazır olduğundan emin olmak, ilk öğlen yemeği için ufak bir planlama yapmak, bir an evvel şirketin değerlerinden, ortak kültürden söz etmek kim bilir ne kadar rahatlatıcı olur yeni gelen insan için.

İnsan, doğası gereği, yenilikler olduğunda kendini rahat ve konforlu hissetmek ister, en basit haliyle, kendisi ile eşleştireceği benzerlikleri yakalamak, ortamı anlamak ve bir şeyler yaparken bilerek yapmak ister.

Hoşgeldiniz programlarının en büyük amacı gerçekten de yeni gelenleri iş yerine “hoş getirmek” olmalıdır. Sıcak bir karşılama, kapıda yerinizi bulun diyen birisi yerine, onu bekleyen bir kişinin adının verilmesi, o kişinin yeni gelen çalışanı karşılaması ve masasını göstermesi, sonrasında o günü birlikte geçirmeleri kadar rahatlatıcı bir şey olabilir mi?

Bunca işin arasında kim uğraşsın diyenleri de duyar gibi oluyorum, ama hepimiz bir kar zarar analizi kavramından haberdarız diye düşünüyorum. Hoşgeldiniz programları ile ilgili kar zarar analizi yapmak da çok önemli, bu programlar ne kazandırır, ne kaybettirir, hangisi hangisinden büyüktür sorusunu cevaplamak lazım.

Hoşgeldiniz programları kurumsal yaşamın içine giren “insan” yaklaşımının en güçlü temsilcilerinden bir tanesidir, çünkü gerçek bir hoşgeldiniz programı, yeni gelen insana, sen ailemize katılıyorsun, bizim için önemlisin, ama sana ailemizi anlatmak, değerlerimizden ve ortak davranışlarımızdan söz etmek de bizim için bir o kadar önemli, karşılıklı uyumun en temel yolu buradan geçer demeyi amaçlar. Hoşgeldiniz programlarının içinde hem kuruma ve yapılacak işe dair somut bilgiler, hem kurum içi organizasyon yapısı ve ilişkiler, hem kurumun ve bu kişinin çalışma amacı ile ilgili detaylar, hem de bu kişinin kurum içinde kendini nasıl geliştireceğine dair bilgiler yer alır, ya da almalıdır.

Hoşgeldiniz programları insan yönetimi bölümlerinin takibinde olması gereken programlardır, ancak uygulayıcısı sadece insan yönetimi bölümleri olmamalıdır. Uygulayıcıları şirketin en tepe yöneticisi ile başlayan ve çalışacağı bölümdeki mesai arkadaşları ile son bulan geniş bir yelpazede yer almalıdır. Hatta belirlenmiş bir süre boyunca bir en yakın arkadaş atanması bile söz konusu edilebilmelidir.

Referans noktalarımız her zaman önemlidir, ilk izlenim her zaman geleceğe dönük bir yargı uyandırır. Bizler kurumlarımıza gelen kişilere ilk izlenimi ne kadar doğru, üzerinde düşünülüp hazırlanmış ve planlanmış ve bizim kendi kurumumuza özgü ve kurum havası ile uyumlu şekilde sunabilirsek, yeni gelenler de kendilerini o kadar değerli ve kuruma ait hissetmeye ilk gün itibarıyla başlamış olurlar.

Neredeyse kurumun karlılığı ve başarısı kadar önemli olduğuna inandığım Hoşgeldiniz Programları sizin kurumlarınızda nasıl çalışıyor, sizlerin bu konuda fikirleri neler, biraz üzerinde düşündürmek isterim.

 

Sizin Şirkette Performansı Ölçüyor musunuz?

Bugün dünün sistemlerini kullanmaya devam ediyorsak, elbette önemine inandığımızdandır. Ancak, önemli buluyor da olsak, arada bir analiz edip bakmak ve bazı soruları cevaplamak da şart. Mesela: Acaba bu sistem bizimle ne kadar uyumlu, acaba bu sistem bize ne kadar gerekli, acaba bu sistem ne kadar sonuç veriyor ve en önemlisi acaba bu sistemi uygulamaya neden ihtiyacımız var?

Bu sorulara tam cevap vermeden kullanılmakta olan sistemlerden bir tanesi de pek çok kurumda bulunan ve performansı ölçmeye ya da daha kibar bir söyleyişle yönetmeye yönelik sistemler.

Kullanımda olan geleneksel performans sistemleri oldukça eski prensiplere dayanıyorlar.. Frederick Taylor tarafından 1909 yılında geliştirilmiş olan bilimsel yönetim prensiplerinden alıyorlar kökenlerini. Amaç belli nitelik ve nicelikte işi sağlamak ve onun karşılığındaki parayı da çalışana vermek. O günün şartlarında, daha henüz işi yapanın insan olduğu farkındalığı yeni yeni ortaya çıkarken elbette bu temele dayalı sistemlerin varlığı son derece önemli ve değerliymiş. Günümüze geldiğimizde, hala aynı bakışla gelişen sistemleri gelişen iş ve değişen mesleklere ve evrilen çalışanlara uyarlamaya çalıştıkça, bu sistemlerden beklenen etki ve sonuç istenildiği gibi olmamaya başlıyor elde olmadan.

Farklı iki kelime var sistemlerle ilgili kullanılan; gelişim ve dönüşüm. Gelişim biliyoruz ki, mevcut olanın sınırlarını genişleterek yeni hale getirmek; dönüşüm ise mevcut olanı değiştirerek yepyeni bir hale dönüştürmek. Performans sistemleri ile ilgili sıkıntı tam da burada kendini gösteriyor. Genel duruma bakınca, bu sistemlerin ağırlıklı olarak geliştiğini ama dönüşme konusunda geride kaldığını fark ediyoruz.

Bazen sadece gelişim yeterli oluyor, çünkü sistemi kullanıcısı olan herkes durumdan memnun oluyorlar, o zaman sorun olmuyor. Ama kullananlar şikayetçi olmaya başladıklarında, ne alan razı, ne de satan hali ortaya çıkıyor.

Yıllardan beridir performans sisteminizle ilgili işler nasıl gidiyor sorusunu sormayı severim. Aldığım cevaplar genelde: zaman kaybı, işe yaramaz şeyler bunlar, insan kaynakları bölümünün icatları, adam kayırmacanın yasal yolu, kağıt israfı gibi cevaplar olur. Oysa şirketlerin devamlılığını ve gelişimini, çalışan potansiyelinin fark edilmesini, çalışan mutluluğunun ve motivasyonunun desteklenmesini, çalışanların şirketin hedefleri ile paralel bir şekilde ilerlemesini ve bugünden geleceğe bakışla şirketin vizyonunu destekleyen çok önemli sistemlerden bir tanesi performans yönetim sistemleri.

Madem bu kadar çok işe yarama olasılığı olan bir sistemden söz ediyoruz, ne değişse tam da istenilen sonuçları veren ve hem alanın, hem de satanın razı olacağı bir sistem yaratılır?

Cevaplar çok karmaşık değil aslına bakarsanız. Benim aklıma gelen bazıları şöyleler:

  • En başta, insan sisteminin çalışma biçimi ile şirketin beklentilerini aynı sayfaya koyan bir sistemlere ihtiyaç var.
  • İnsanın motivasyonunun öneminden hareketle, sadece para ve ödül üzerine kurgulanmış değil, belki de en önemle, kişinin yeterliliğini, işini ustalıkla yapmasını ve o şirketteki varlık nedenini daha güçlü bir şekilde fark etmesini destekleyecek sistemlere ihtiyaç var.
  • Hazır bir paketle sunulan komplike, havalı, çapraşık veya anlaşılması zor sistemler yerine, o şirkete göre ve o şirketin içinden insanlarla birlikte tasarlanan yalın, basit, herkesin aynı şekilde anlayacağı sistemlere ihtiyaç var.
  • İşi ve insanı bir kaç sayfa kağıda ya da online sistemin akışına sıkıştırmak yerine, daha doğal, daha insan odaklı ve gelişimi destekleyen sistemlere ihtiyaç var.
  • Sadece geçmişte yapılan işleri ölçmeye çalışmak ve tek taraflı söylemler içermek yerine, geçmişten fark edilenleri kullanarak gelecek hedeflerini tasarlayan sistemlere ihtiyaç var.
  • İçinde “geribildirim” değil de “ileribildirim” içeren sistemlere ihtiyaç var.
  • Tek bir çerçeveye ve bakışa sahip olmak yerine, her durumu kendi içinde analiz edebilen sistemlere ihtiyaç var.
  • Amacı başarısızlığı ve düşük performansı yakalayıp cezalandırmayı hedeflemek değil de gelişimi ve başarıyı destekleyen sistemlere ihtiyaç var.
  • Yılda bir kere iki kişiyi formalite icabı bir araya getirmek üzerine kurgulanmış değil, sık sık, düzenli görüşmeler içeren, açık, net, doğru beklentilerin ve doğru yön tayinlerinin yer aldığı sistemlere ihtiyaç var.
  • İnsanı insan yapan, düşünen beyni devrede tutan, savunmacı beynin ortaya çıkmasını tetiklemeyen sistemlere ihtiyaç var.
  • Hiyerarşiyi pekiştiren değil de, iş yapışı geliştiren, kolaylaştıran ve gelişimi destekleyen sistemlere ihtiyaç var.
  • Güvensizlik üzerine kurulu olmayan, aksine karşılıklı güveni pekiştiren ve destekleyen sistemlere ihtiyaç var.

İhtiyaçlar son derece açık ve net, ama tam da bu noktada biraz cesarete ihtiyaç var. Birilerinin cesaretle çıkıp, eskiden beri kullandığımız performans sistemleri artık işimize yaramıyorlar, hatta işimize yaramadıkları gibi, aksine işleri aksatıyorlar, haydi gelin tam bize göre olan, hem çalışanların, hem yöneticilerin, hem şirketin geleceğini destekleyen yeni bir şeyler çalışalım demeleri gerekiyor.

Unutmayalım ki kullandığımız sistemleri sadece alışkanlıktan veya bir şeylerden kaçınabilmek için kullanıyorsak, günün sonunda o sistemler vakit kaybı olmaya ve sonunda da ölmeye mahkum olurlar. Bu noktaya gelmeden harekete geçmek ve ne değişirse harcadığımız tüm çaba işe yarar sorusunu sormak en önemli ve gerekli adım diye düşünüyorum.

Mutlu haftalar…