Archive | Kasım 2016

Sadece “3”

green-doll-number-3Günaydın…

Mutluluk anlatıyorum dediğimde soruyorlar, mutluluk nasıl anlatılır? Zaten her şey bu kadar karma karışıkken, dünyanın neredeyse sonu geliyorken, buzullar erimeye başlamışken, mutluluk anlatmak? Saçma, nereden çıkardın mutluluğu diyorlar.

Tamam biliyoruz ki beynimiz bize yardım etmeye çalışıyor. Yaşamaya devam edelim diye zorlukları, korkutanları, kötü giden her şeyi daha fazla fark etmemizi, hatta otomatik olarak önce onları görmemizi istiyor. Tamam korunmak yaşamda kalmak için çok değerli. Ama yine biliyoruz ki, bizi büyüten, geliştiren de tam o duyguların tersi, yani aslında iyi hissettiğimiz anlar, zamanlar. Yani her ikisi de değerli insan yaşamında.

Beynimiz otomatikten böyle çalışıyor, bunu biliyoruz, ama yine de zorlanıyoruz zaman zaman mutluluğu anlamakta. Belki de kafamızın içine yazdığımız tanımlar çok uaşılmaz kalıyor mutluluk kelimesinin karşılığında. Belki de mutluluk tanımımız fazla lüks ve konfor içeriyor. Oysa mutluluk dediğimiz şey basit bir iyi hissetme hali. Etrafa bakma, görme, bilme, sonra da olup biten her ne varsa, hepsine karşı güçlü bir duruşla ayaklarımızı yere sağlam basma hali. Neler zorluyor, neler ters gidiyor tamam da, neler yolunda gidiyor bir onlara da baksam durumu. Basit bir alışkanlık ve bakış açısı özetle.

Gelin bir oyun oynayalım. Bizi korumak üzere hareket eden ve önce olumsuzları görmemizi ve kendimizi korumaya almamızı destekleyen beynimize yeni bir alışkanlık öğretelim. Her gün sadece 3 yolunda giden şey buldurtalım kendimize. Bazen etrafı görebilmek kadar basit, bazen etrafı görebilmek kadar karmaşık, bazen aldığımız küçük bir mesaj kadar basit, bazen aldığımız küçük bir mesaj kadar karmaşık, bazen birilerine teşekkür etmek kadar basit, bazen birilerine teşekkür etmek kadar karmaşık. Oyun işte.

Bugünden başlayarak önce siz, sonra da seçeceğiniz çok sevdiğiniz birisi ile bu oyunu başlatmak ister misiniz? Oyunun adı Sadece “3”. Sadece 3 tane yolunda gideni yakalama oyunu. Ama her gün, unutmadan, aksatmadan, etrafa bakıp arayarak. Hani yeni bir adres ararken orayı buluncaya kadar nasıl dikkatle bakarsanız etrafa, bu 3’ü de yakalamak için öylesine dikkatle bakarak, ta buluncaya kadar.

Oyun işte, Sadece “3”. Bakın bakalım ne olacak? Bakın bakalım neler düşecek Sadece “3”ün sepetinin içine. İsterseniz yazın, isterseniz ezberleyin, isterseniz anlatın etraftakilere. Sorun seçtiğiniz yakınınıza senin Sadece “3”ün ne diye.

Bu hafta Sadece “3”lerinizin aslında 13, 23, 33, 43, 103, 1003 ve daha niceleri olduğunu fark edeceğiniz bir hafta olması dileğiyle…

Bulaşan Duygular

duygularKorku, kaygı, endişe insanın hayatta kalma reflekslerini ortaya koyabilmesini sağlayan güçlü negatif duygular. Kontrol edilerek ve farkındalıkla yönetildiğinde hayatta tutan, ancak kontroldan kaçtığında yaşamayı çok zora sokan duygular.

Dünyada, ülkelerde, toplumlarda, iş yerlerinde, ailelerde yaşanmakta olan ve negatif duygu oluşturan pek çok durumla karşı karşıyayız. Dünya döndükçe bunların da var olacakları son derece açık ve net. Madem öyle, bu durumlarla başa çıkabilmek için nasıl davranmak lazım diye düşünmek ve kafa yormak lazım gibi geliyor bana.

Duygular bulaşıcı ve yayılma hızları oldukça yüksek, bunu artık bilim ispatlıyor. Kızgınlık, kaygı, korku karşı tarafa bir his olarak geçtiği gibi, karşılıklı iletişimde kullanılan kelimeler, bir şeylerin anlatılış ve aktarılış biçimi insanlarda negatif duyguları daha hızlı harekete geçirip daha hızlı yayılmasına neden olabiliyor. Tabii unutmamak lazım, benzer şekilde olumlu duygular, iyi hissetme hali de bir o kadar hızla bulaşıp yayılabiliyor.

Tam da bu noktada duygu bulaştırmak konusunda kendi durumumuza bir bakmak bana önemli geliyor. Nasıl ki olup biten olaylar, diğer insanlarla olan iletişimde duyduklarımız bizde negatif duygular uyandırıp, iyi hissetmeme halini tetikleyebiliyorsa, bizim tavır ve davranışlarımız, iletişimde kullandığımız sözler, paylaştığımız haberler, anlattıklarımız da karşı tarafta aynı durumu yaratabiliyor demektir.

Daha önceki bir yazımda söz etmiştim, her birimiz yaşamda fiziksel bir alan kaplıyoruz ve bu kapladığımız alanın bize yüklediği bir takım sorumluluklar da var. Bu sorumluluklardan bir tanesi kendi bulaştırdığımız duygulara ve içinde bulunduğumuz duygu durumuna yönelik farkındalık, yani aynada kendimize bakma ve biraz soru sorup cevaplama ihtiyacı. Acaba gün içinde zihnimde dolanan düşünceler nasıl düşünceler? İnsanlara neler söylüyorum, neler anlatıyorum? Konuşma tarzım nasıl? Anlattıklarımın ne kadarı ağırlıklı negatif duygu ve düşünce barındırıyor. Bana nasılsın denildiğinde nasıl cevap veriyorum; cevaplarım genelde “bu zamanda iyi olmak mümkün mü”, “yaşıyoruz işte” gibi cevaplar etrafında mı dolaşıyor? Gazete okuyup, haber dinliyorsam, seçip okuduklarım ve dinlediklerim neler? Kendi duygu durumumu nasıl yönetiyorum? Odağım yalnızca olup biten negatif olaylarda, başıma gelen kötü şeylerde ve kendi kontrolum dışında gelişen zorlu durumlarda mı, yoksa bunların içinde yolunda giden bir kaç şeyin varlığından da haberdar ediyor muyum kendimi? Çalışma yaşamımda aksilikleri odakta tutup bunların yarattığı kızgınlığı mı, yoksa çözüm çabasını mı aktarıyorum arkadaşlarıma? Aile yaşamımda, arkadaş ilişkilerimde, günlük toplumsal yaşam içinde durumum nasıl? Yaşamın içinde yüzümü geleceğe çevirerek, bu yaşam benim ve yapabileceklerim üzerinde düşünüp çalışmalıyım diyerek güçlü bir duruş seçiyor muyum kendime, yoksa seçtiğim duruş benim yapabileceğim bir şey yok, artık ben çaresizim duruşu mu?

Takip ettiğim bir yazar var Michelle Gielan. Amerikalı eski bir televizyon haber spikeri. Haberlerde kullanılan dilin, haberlerin paylaşılma şeklinin daha farklı seçilmesi ile toplumda yaratılabilecek olumlu değişimden söz ediyor yazılarında. Günlük dilde, günlük iletişimde yapılacak bir kaç oynama ile ailelerde, iş yerlerinde, ilişkilerde sağlanacak iyileşmelerden söz ediyor.

Michelle Gielan’ı son derece haklı buluyorum, çünkü artık beynin işleme mekanizmasını biliyoruz, çünkü nörobilimciler her gün yeni keşiflerde bulunuyorlar beyinle ilgili. Biliyoruz ki, beyin korku, kaygı ve endişe duygularını deneyimliyorsa, acil durum koruma moduna alıyor kendisini ve yaşamı o çerçeveden deneyimletmeye başlıyor kullanıcılarına. Üstelik biliyoruz ki o modun “tam bir insan” modu olduğunu söylemek de pek mümkün değil ne yazık ki.

Bu hafta biraz bu konu okuyucularımın gündeminde olsun istedim. Zor zamanlar her zaman yaşanacak bundan kaçmak çok mümkün olmuyor, ama bu zor zamanları kendi adıma ben nasıl yönetirim, çevremdeki insanlarla olan iletişimimde neleri farklı yapabilirim, olup bitenleri kendi içimde nasıl tercüme edip, yüzümü geleceğe doğru çevirip yola devam edebilirim sorularının cevapları üzerinde düşünmek önemli geliyor bana. Sizler ne dersiniz?