Archive | Nisan 2014

Bugün 23 Nisan

Bugün 23 Nisan, her 23 Nisan’da düşünürüm, Ulu Önder Atatürk 23 Nisan’ı çocuklara armağan ederken güçlü vizyonerliği ile çocukların önemini o günlere, bugünlere ve yarınlara fark ettirmek istemiştir aslında diye. Bana göre çocuklar dünyanın geleceği, bizlerin öğretmeni, yaşamın çiçekleri, ağaçları, yağmurları, güneşleri, yıldızları, renkleri, farklı tatları, kısacası yaşama gelen armağanlar onlar. Onlar değil mi dünyayı değiştirip yarınlara taşıyan, şenlendiren ve ışıklandıran? İşte tam da bu noktada biz yetişkinlerin sık sık hatırlaması gerekenler var:

  • Hepimiz bir zamanlar çocuktuk ve sonra büyüdük, yani hayatı hep bugünkü yaşımızla deneyimlemedik.
  • Çocukları bu dünyaya biz getirdik, ama bu bizi onların sahibi yapmaz, ancak ve ancak yol arkadaşları yapar. Burada en önemli farkındalık onların da bir birey olduğu ve kendi yaşam yolculuklarına sahip oldukları gerçeğini kabul etmek. Unutmamak, herkesin bir tane yaşamı var, bizim de öyle.
  • Sorumlu hissetmeliyiz kendimizi onların yarınlarını hazırlamakta, ama sahip asla hissetmemeliyiz onların hayatlarına.
  • Yetişkin “egomuzu” bir kenara bırakıp dinlemek lazım çocuklarımızı. Hep komik gelmiştir, onlar bebekken acıktıkları için ağladıklarını düşünürken, doyduklarını ifade etmek istediklerinde, “nereden bilecek doyduğunu, onu ancak ben bilirim” demez mi ebeveynler? Oysa ki kulak vermek lazım çocukların seslerine.
  • Örnek olmak lazım çocuklara, dikte etmek değil. Unutmamalıyız, görerek öğreniyoruz en çok, söylenince değil. Değerlerden söz etmek lazım çocuklara, değerleri davranışta göstermek lazım. Doğruluk ne demek, dürüst olmak ne demek, sevgi ve saygı ne demek, özgüven ne demek, ve öyle davranarak örnek olmak lazım.
  • Eğitim denince çocuklara sadece matematik ve fen öğretmeye, sadece test çözmeye değil, onlara ayakları yere sağlam basan bireyler olmayı öğretmeye, bu konuda yol gösterici olmaya odaklanmalıyız, unutmamalıyız, matematik ve fen bir şekilde öğrenilir, ama yere sağlam basmaktır hayatta asıl olan.
  • En önemlisi sevgi vermeliyiz çocuklara, mutluluğu fark etmeyi ve mutlu olmayı öğretmeliyiz, kini, kavgayı, nefreti ve şiddeti değil.

Nice 23 Nisan’lara mutlu çocuklar, mutlu gençler, mutlu bireyler, mutlu bir Türkiye ve mutlu bir Dünya ile…

İyi ve Kötü Günde Birlikte Yürüyebilen Kurumlar

Anlam, vizyon, hedef, değer, farkındalık, günümüzde özellikle de iş dünyasında çok sıklıkla duymaya başladığımız sözcükler. Ancak bu beş sözcüğün içinde “anlam” bana göre üzerinde en çok çalışılması gereken sözcük, çünkü insan doğası gereği, farkında olarak ya da olmadan, yapılan herşeye bir anlam yükleniyor. Anlamı farkedince vizyon oluşmaya başlıyor, yani görüntü, yani anlamı bu olan bir iş nasıl olmalı canlandırmaları. Hemen peşinden de anlamı bu olan bir işi bu görüntüde yerine getirirken neler değerli ve önemli kendiliğinden çıkıveriyor ortaya ve bu değerlere yönelik farkındalıkla iş yapış biçimi kendini gösteriyor.

Kurumsal olarak anlam, yani işi yapmanın “en büyük ve kapsamlı nedeni” ne kadar net tanımlanırsa, ne kadar açıklıkla paylaşılırsa, onu izleyen vizyon, değerler ve iş yapış farkındalığı da o kadar net, o kadar bütün olarak ve o kadar paylaşımla çıkıyor ortaya, çalışanlar ortaklaşa bakabiliyorlar anlama ve vizyona.

Bunun olmadığı durumda ne oluyor, işte burası çok önemli, daha küçük anlamlar ortaya çıkmaya başlıyor, takımlar kendi anlamlarını yaratıyorlar, hatta bireyler bireysel anlam oluşturmaya başlıyorlar. Ortaklaşa anlam diye bir şey kalmıyor. Bu durumda da kurum içinde kendi başına hareket eden takımlar veya daha da kötüsü kendi başına hareket eden bireyler ortaya çıkabiliyor. Herkes bir amaç belirliyor, tabii kurumsal da bir amaç var, ama bir türlü amaçlar örtüşmüyor, bir türlü uyumlu adımlar atılmıyor, bir türlü kurum içi huzur ve tek seslilik ortaya çıkamıyor. Her takım, her birey ayrı bağımsız kurumlar olarak çalışmaya başlayıveriyor, kurum içinde “biz” ve “onlar” kelimeleri duyulmaya başlıyor ve beklenen sinerji ve yaratım gücü bir türlü gelemiyor.

Tüm bunlardan hareketle, yapılan iş her ne olursa olsun, önce üzerinde çalışılması gereken konu o işin yapılıyor olmasının en büyük anlamı. Anlam ortaya çıkarılınca da vizyon, değer ve iş yapış biçiminin bu anlama göre tanımlanması ve bunun ortaklaşa amaca dönüşmesi için ortak dille tüm ekiple paylaşılması. Bunlar olduktan sonra, iyi ve kötü günde birlikte yürüyen bir kurum olmamak için bence hiçbir neden kalmayacaktır.

Bir Liderin 3 Temel Özelliği: Anlamak, Anlatmak, Anlaşılmak

İletişim yüzyılın sihirli kelimesi. Ama sektörel anlamda kullanılan, iletişim araçları ile yapılan iletişim değil sözünü ettiğim, gerçek, bildiğiniz, yüzyüze, insan insana iletişimden bahsediyorum. Hani şu iletişim derslerinde anlatıldığı gibi, bir ileten var, bir iletilen, bir de mesaj. Sonra beden dili var, kullanılan kelimeler var ve ses tonu var. Sonra içinde duygular var, zihindeki düşünceler var, bazen de olmasa daha iyi olabilecek yargılar var. İşte tam da bu iletişimden bahsediyorum; özet içeriği anlamak, anlatmak ve anlaşılmak olan.

Konu liderlik özelliği olarak iletişim ya, işte bir lider bu şekilde gerçekleştirilen iletişimi başlatmak ve sürdürmek konusunda ne kadar iyiyse, o kadar başarılı oluyor, o kadar sevilen oluyor, o kadar iyi iş çıkaran bir ekibe sahip oluyor. Tüm bunların sonucunda en önemli çıktı, kendisini iyi hisseden bir birey oluyor.

İletişim denilince verilmek istenen bir mesaj, paylaşılmak istenen bir bilgi veya alınmak istenen bir sonuç geliyor aklıma. Bunların hepsinin tam da istenilen şekilde karşı tarafa iletilmesi ancak ve ancak aşağıdaki liste gerçekleştiğinde sağlanabiliyor:

  • Açık ve net olmak
  • Karşıdaki kişinin kişilik özelliklerinin farkında olmak
  • Karşıdaki kişinin “insan” olduğunu, duyguları olduğunu ve duyguların aslında davranışlara yansıyan en temel tepkiler olduğunu hatırlamak, hatta hiç unutmamak
  • Güven vermek ve güvenmek
  • Söylenenleri karşı tarafın anladığından yani diğer bir deyişle mesajı ileten taraf olarak kendi söylediklerinin anlaşıldığından emin olmak
  • Karşıdaki kişinin dilinden konuşabilmek
  • Karşıdaki kişiyi iyi dinlemek, empati ile dinlemek yani gözler, kulaklar ve kalple dinlemek
  • Mümkün olduğunca yargılardan arınarak dinlemek ve öyle de konuşmak
  • Farkındalıkla geribildirim vermek, yani yıkıcı değil yapıcı bir dil kullanmak

Bana göre çok da zor değil dokuz tane noktaya dikkat etmek, belki de kolaylaştırıcı bile denilebilir diye düşünüyorum. Bence yüzyılın becerisi anlamak, anlatmak ve anlaşıldığından emin olmak…