Zaman zaman düne ve yarına takılıp kalmadan, sadece bugünde ve tıpkı fotoğraftaki saatin gösterdiği gibi “şimdi”de kalmanın sizin için önemi nedir desem, acaba ne cevap verirsiniz? Hemen ardından da sorsam, yaşamın içinde dünü ve yarını, bir saat öncesini ve bir saat sonrasını bir kenara bırakıp, sadece şimdide ve şu anda kalma konusunda kendinizi nasıl buluyorsunuz? Zaman geçip, o geçen zaman artık elinizden gittikten sonra, hangi sıklıkta boşa gitti bu zaman derken duyuyorsunuz kendinizi?
Bu sorular benim sık sık kendime sorduğum sorulardır. Hatta daha da açık yüreklilikle söylemem gerekirse, kitabımı yazarken, mutluluk üzerine kafa yorarken, çalışma yaşamımı sürdürürken, araba kullanırken, eşimle, çocuklarımla, sevdiklerimle vakit geçirirken ikide bir zihnime düşen sorulardır bu sorular. Soruların altında yatan gerekçem de çok açıktır aslında: zamansızlıktan yakınıp, elimde gerçekten var olan tek zaman olan şimdiki zamanı nasıl kullandığımı anlamaya çalışma çabamdır sorularımın gerekçesi.
Zamanın ne kadar değerli olduğu hepimiz için aşikar diye düşünmekteyim. Şirketlerle, yöneticilerle yaptığım çalışmalarda, bireysel çalışmalarımda bir çok kişinin en çok yakındığı şeyin zamanın yetmemesi ve zamansızlık sıkıntısı olduğunu gözlemliyorum. Bunun yanında, sanki aynı zaman dilimini daha uzun gibi yaşayan ve pek çok şeyi sığdıranları da gözlemliyorum. Sanki zaman birine farklı, diğerine farklı süre sunuyormuş gibi. Oysa, dünya ne kadar adil, neler var adil olan diye düşündüğümde de, hepimize en adil dağıtılmış belki de tek kaynaktır zaman. Haksız mıyım, siz söyleyin, yeryüzünde yaşayan tüm canlılar aynı gün doğumu ve aynı gün batımı arasında yaşamıyorlar mı hayatlarını?
O halde gelin anlaşalım, zaman değerli ve adil, ama bir o kadar da sınırlı. Peki biz bu değerli, adil, sınırlı kaynağı ne kadar etkin kullanıyoruz. O kaynağın en gerçek olduğu şimdiki zamanı ne kadar gerçekten şimdi ile dolduruyoruz, ne kadar geçmişten gelenler ve gelecek olasılıklar işgal ediyor “şimdi” olması gereken zamanı?
Bunları yazıyor olmama bakarak sanmayın ben bu işi hallettim, hala kendi üzerimde çalıştığım bir konudur zamanı doğru anlamak ve yaşamak. Sık sık küçük denemeler yapmaya çalışırım kendimle. En son gittiğimiz tatili de bir deneme zamanı olarak seçmeye karar vererek çıktım yola.
Çocukluğumdan beri tatilleri hevesle beklerim. Günü gelir o heves ettiğim tatil başlar, başlar başlamaz da benim saymalar başlar. Önce yolda saat ve kilometre sayarım, kaç saattir yoldayız, kaç saat kaldı. Kilometre tabelalarını arar gözüm, kaç kilometre yolumuz kalmış, eyvah çok var. Kalacağımız yere varınca da farklı bir saymaca başlar, tatilin bitmesine kaç gün kaldı, başladığından beri kaç gün geçti. Tatilin orta günü her zaman kabusumdur, çünkü kalan günler azalmaya başlayacaktır artık. Son günden önceki günün bendeki duygusunu anlatmama zaten gerek kalmadı sanırım.
Deneme çalışmam kapsamında, tatile çıkmadan önce, bu tatil pek saymama kararı aldım. Kolumdan saatimi de çıkardım. Başladım tatilin içine doğru girmeye. Arabada giderken kilometre gösteren tabelalara hiç bakmayarak başladım deneme çalışmalarıma, onun yerine eşimle sohbete, dinlediğimiz şarkılara ve yolda gördüklerime odaklanmayı seçtim. Tatil başladıktan sonra da, her gün hangi günse ben o günü yaşadım. Aklıma düşen kaç gün geçti, kaç gün kaldı, sorularını düşer düşmez dışarı attım. Dönünce yapacağım işler, gitmeden tamamlanmamış işler gibi konuları da tatil dönüşü indiririm nasılsa diyerek raflara dizdim zihnimin içinde. Sonuç ne mi oldu, tatil bittiğinde gerçekten dinlenmiş olduğumu fark ettim, tatil fotoğraflarım sadece telefonumun hafızasına kaydolmadı, bir çoğu zihnimdeki yerlerine yerleşti, çok güldüm, çok eğlendim. Üstelik her zaman çok uzun bulduğum araba yolculuğumuz hiç de o kadar uzun gelmedi bu sene.
Benim tatilde yaptığım “şimdiki zaman” denemem neden günlük yaşamlarımızdaki zamanların içinde de denenmesin ki diye düşünerek, sizlerle paylaşmak istedim aklımdan geçenleri. Zamanın değerinin farkında olarak, zamanın sadece anda gerçek ve somut olduğunu bilerek kullansak o adil kaynağı ,acaba ne farklı olurdu iş hayatlarımızda, katıldığımız toplantılarda, sevdiklerimizle geçen zamanlarda, gittiğimiz sinemalarda, okuduğumuz kitaplarda vesaire, vesaire, vesaire…
Hafta başı düşünme konusu olsun istedim “zaman ve an” hepimize…
Keyifli haftalar…
Bir adam öldü;
Öldüğünü fark ettiğinde, Tanrı’nın elinde bir çanta ile kendisine yaklaştığını gördü.
Tanrı ile adam arasında şöyle bir konuşma geçti:
Tanrı: Haydi oğlum gitme zamanı.
Adam: Bu kadar mı erken? Bir sürü planım vardı.
Tanrı: Üzgünüm ama gitme zamanı.
Adam: O çantada ne var?
Tanrı: Sahip oldukların
Adam: Sahip olduklarım mı? Yani eşyalarım mı? Elbiselerim… Param…
Tanrı: Onlar asla sana ait değildi, onlar dünyaya aitti.
Adam: Anılarım mı?
Tanrı: Hayır. Onlar zamana ait.
Adam: Yeteneklerim mi?
Tanrı: Hayır. Onlar koşullara ait.
Adam: Arkadaşlarım ve ailem mi?
Tanrı: Hayır oğlum. Onlar yürüdüğün yola ait.
Adam: Karım ve çocuklarım mı?
Tanrı: Hayır. Onlar kalbine ait.
Adam: O zaman bedenim olmalı?
Tanrı: Hayır hayır. O toprağa ait.
Adam: O zaman kesinlikle ruhum olmalı!
Tanrı: Üzücü bir hata yapıyorsun oğlum. Ruhun bana ait.
Adam gözlerinde yaşlar ve kalbinde korkuyla çantayı Tanrı’nın elinden alıp açtı.
BOŞTU!
Tanrı: Doğru. Asla bir şeye sahip değildin.
Adam: O halde, benim olan ne vardı?
Tanrı: ANLAR. Yaşadığın anlar senindi.
Hayat sadece bir andır.
Hatırlattığın ve deneyimini paylaştığın için teşekkürler Nazlı’cım.
Sevgiler,
İlknur
İlknurcum ne güzel bir hikaye. Ben de teşekkür ederim. 🙏🏻