Bu hafta sonu Mutluluk Atölyemiz vardı. Yeni yıla doğru hızla yol alırken, şöyle bir soluklanıp, biraz gözden geçirme ve özdeğerlendirme yapıp, sonra da 2018 ve sonrasında neler olmalı konusunda biraz düşündürmeyi hedefleyen bir atölye çalışması yaptık.
Eğitmen de olsam, katılımcı da olsam, eğitim salonları her zaman düşündürücü ve öğretici olur benim için. Bu atölye çalışmasından da kafamda bir sürü fikir ve soru ile ayrıldım. Bugün bir tanesinden yola çıkarak bir şeyler yazmak geldi içimden.
Atölye sırasında yaşamda karşımıza çıkan zorlu durumlarla başa çıkma konusunda konuşurken, katılımcılarımızdan biri kabul ve kabullenmek arasındaki farkı hatırlattı. Kabullenme kelimesinin çaresizlik duygusu ve elimden gelen bir şey yok düşüncesini beraberinde getirdiğini, oysa kabul halinin durumu anlamış olmak, olan bitenin bütününün farkında olmak ve devam edebilmek duygusu ile benzer olduğunu düşündürdü. Üzerinde biraz kafa yordum. Kabullenmek bazen atalet, belki de vaz geçme ile eş değermiş gibi geldi, kabul ise hareket halini çağrıştırdı.
Sonra da bir zaman bir yerlerde okuduğum, ne yazık ki kimin yazdığını hatırlamadığım, bir yazıyı hatırladım: uyum ve uyumlanmak kavramları arasındaki farktan söz ediyordu okuduğum yazı.
Siz de isterseniz, uyum ve uyumlanmak konusunu biraz bir şeylere benzeterek beraberce düşünelim.
Dans eden bir çift getirin gözünüzün önüne. Şöyle parlak parkeli, güzel aydınlanmış bir salon, meraklı izleyiciler, arkada hoş bir müzik, ve bir kadın ve bir erkek. Diyelim ki vals yapıyor olsunlar.
Aralarında uyum olduğunda, neler gözleriz? Ben aklıma gelenleri hemen yazayım, siz de ekleyin kendinizde oluşanları; Hareketleri sanki akar gider, hani kuğu suda süzülür gibi yüzer, ama aslında ayaklarını suyun altında hızlı hızlı çırpar ama biz görmeyiz ya onları, sanki su hiç kıpırdamaz ama kuğu ilerler ya, işte öyle bir şey. Eşlik eder gibidirler hem müziğe, hem de birbirlerine, müziği, kadın dansçıyı ve erkek dansçıyı çok da ayrı ayrı görmeyiz, hepsi bir bütün gibi gelir izleyenlere. Uyumun yüzlerindeki yansımasını hemen anlarız, biraz sakinlik, biraz heyecan, biraz mutluluk, hafif bir tebessüm. İçlerindeki tutkuyu görmeden biliriz adeta. Biz izlemeye doyamazken, sanki onlar da dans etmeye doyamaz gibidirler. Tam da akışta olmak denilen durumu hep birlikte yaşarız.
Hadi burada duralım ve biraz da birbirine uyumlanmaya çalışan iki dansçı hayal edelim. Neler gelir gözünüzün önüne? Daha bu soruyu yazar yazmaz, bakın benim gözümde neler canlandı: Yine müzik var, yine iki kişi, yine dans figürleri ama figürler tek tekmiş gibi. Bir çekiştirme hissi var izleyen için, demin sözünü ettiğim kuğunun ayakları öyle hızlı çırpınıyor ki, su köpük köpük olmuş ve biz o köpükleri ve telaşı görebiliyoruz izlerken. Dansçıların yüzleri biraz kaygılı ve gergin sanki, birbirlerini anlamaya çalışıyorlar, bazen çekiştiriyorlar birbirlerini, bazen diğerine doğru koşar gibi görünüyorlar. Orada bir takım hareketlerden oluşan bir dans olduğunu görüyoruz, bir de müzik duyuyoruz. Bir akıştan ziyade, figürler ve notalar var ortalıkta gezinen.
Hadi burada da duralım ve bakalım, bu iki farklı görüntü ne düşündürdü sizlere? Günlük yaşamda uyum ve uyumlanmaya çalışma konusunu nasıl canlandırdı gözünüzde? İş yerinde, ailede, arkadaşlıkta, yaşamın her alanında uyumlanmaya çalışma ve uyum arasındaki fark nasıl yansıdı düşüncelerinize?
Daha fazla yazmadan bir nefes alıp size sormak istiyorum, yaşamda uyumu daha fazla yakalamak adına neler yapmak sizi destekler? Uyumlanmaya çalışmak yerine uyum için çaba harcayacak olsanız, neleri daha farklı yaparsınız? O dansçılardan biri olarak kendinizi hayal etseniz, diğer dansçının yerine de yaşam alanlarınızı tek tek yerleştirseniz, neler fark edersiniz?
Mutlu haftalar…