Nelere başlayıp sonradan yetişemeyip yarım bıraktınız? Neler var kafanızın içinde kalan ve hiç hayata geçmemiş olan? Nelere başlamaya karar verip, hatta çok da heves edip sonra hiç başlayamamış buldunuz kendinizi? Mesela, kaç tane kitabınız var alıp da bitirmeden bıraktığınız, hatta hiç okumaya başlayamadan kütüphanenin rafına kaldırdığınız? Kaç tane plan var kafanızın içinde gerçekleştirmek için uzun uzun düşündüğünüz, hatta çok da heyecanlandığınız, ama nedense bir şekilde vazgeçtiğiniz?
Tamam biliyorum bir şeyleri düşünmek yapmaktan daha kolay geliyor, içimizdeki istek çok yüksek düzeylere ulaşıyor, bir adım atma kararımız varmış gibi geliyor, ancak derken bir de bakıyoruz ki, her şey iyi niyette ve düşüncede tıkanıp kalmış ve somut adımlar nedense hiç atılamamış. Belki ya olmazsa kaygısı, belki ben yapamazsam düşüncesi, belki vakitsizlik inancı, belki yorgunluk algısı, belki de benim aklıma şu anda gelmeyen ama sizin hemen bulacağınız başka bir gerekçe.
Daha önce de yazmıştım, bilmek yapmanın garantisi değil, farkında olmak harekete geçmek için tek başına yeterli değil diye. Farkındalığın yaşama aktarılması için gerek şart koşul, düşünen “ben” ve davranan “ben”in uyumu. Bu uyum olduğunda, cesaret ve adım atma hali kendini hemen belli ediyor. Oysa düşünen “ben” ve davranan “ben” birbirinden bağımsız hareket etmeye başladığında, bazen düşündüğümüzden çok daha fazlasını yapmaya çalışıyoruz, ya da yapabileceğimizden çok daha fazlasını düşünüyoruz. Durum karmaşıklaştığında ertelemeye, vazgeçmeye başlıyoruz. Bazen de bir çok konuda bir çok plan yapıyoruz, çok yaratıcı fikirler geliyor aklımıza, ancak onları kategorize etmek, yapılabilirliklerini düşünmek yerine, üst üste hatta daha da fenası içi içe kafamızın içine dolduruyoruz, bu defa da onlar bize içinden çıkılmaz bir yığın düşünce hissi vermeye başlıyor ve hepsini zihin kütüphanemizin içindeki rafların en arkalarına doğru itekleyiveriyoruz.
Düşünen ve davranan benlerin uyumu bozulduğunda, yukarıdaki sonuçları doğuran neler oluyor bizim sistemde acaba? Bakın bence şunlar oluyor; kendi içimizde önceliklendirme sıkıntımız ortaya çıkmaya başlıyor, odaklanamamaya başlıyoruz, ya da sadece en büyük bitmiş hedefe odaklanıp, o da gözümüze çok büyük göründüğünden hareket edememe durumu baş gösteriyor, sonra ertelemeye ve bahaneler bulmaya başlıyoruz, sonra da kafamızın içinde veya tam da önümüzde duran her ne varsa, tamamlanması imkansız bir işe dönüşüyor, hepsi üst üste biniyor ve zihnimizde korkunç veya kaçınılması gereken bir hal alıyor, cesaretimiz ve hevesimiz kırılıyor. Bu sıkıntılı durumdan kurtulmak isteyen kafası karışmış biz de, her ne var ne yoksa toparlayıp, ya evin içindeki ya da zihnimizin içindeki kullanılmayan tozlu raflara atıveriyoruz, ya da bitmiş gibi dursunlar diye halının altına doğru itiveriyoruz ayağımızla, sonra da her şey normale dönmüş gibi davranmaya çalışırken buluyoruz kendimizi. Davranmaya çalışırken diyorum, çünkü içimizdeki tanımsız huzursuzluk hissi biraz kafamızı karıştırmış oluyor o sırada.
Peki durum böyle olduğunda ne yapmalı?
- Önce rafa kalkanların ya da halının altına itilenlerin, o yığın yığın olmuşların neler olduğunu bir anlamak lazım.
- Ardından kategorize et diyebiliriz kendimize, yani kafanda gruplandır, her neyse o önündeki yığının içinde bulunanlar, hepsini bir kategorize et, mesela alıp da okuyamadığın ne tür kitapların var, hangi konularda planların var yaşamınla ilgili, yapmak isteyip yapamadıkların neler?
- Hemen arkasından her bir alanı önceliklendir demek lazım yüksek sesle, önceliklendirmekten bazen sadece bir yapılacaklar listesine koymayı anlıyoruz, oysa sadece bunu anladığımızda, yapılacaklar listesinden bize en kolayları önce yapıp, gerisini bir kenara atma ve erteleme olasılığı artıyor. O nedenle önceliklendirirken, sıralama değil gerçek önceliklendirme yaptığımızdan emin olmamız lazım. Önceliklendirmenin kriterini belirlersek, önceliklendirme yapmak kolaylaşır, mesela zamana göre, mesela en çok istediğimize göre, mesela en çok ihtiyaç duyduğumuza göre, mesela hemen yapılabilir, sonra yapılabilir olanlara göre.
- Unutmamalı, “parçala, böl, yapılabilir en küçük parçaya ulaş, sonra da bu yapılabilir parçayı yaptığını nasıl fark edersin keşfet” ilkesi bu yola ışık tutan ve sürekli yanımızda taşıdığımız bir el feneri olmalı bir şeyleri hayata geçirme, bir şeyleri tamamlama veya bitirme yolculuğumuzda.
- Sonrasında da fenerimizin elimizin altında olduğundan emin olarak, yukarıdakileri yapmaya başladığımızdan ve vazgeçmeyeceğimizden nasıl emin olacağımıza karar vermek lazım, yani kendimizi takip edecek bir yöntem bulmamız lazım, kolay, pratik, ama kararlılığımızı sürdürmemizi destekleyecek bir yöntemi kendi usulümüze uygun geliştirmek lazım.
Bütün bunları az biraz yapmaya başladığımızda, önümüzde, kafamızda oluşan o korkutucu yığınların önce yavaş yavaş yanyana dizildiğini, bir sıraya girdiğini, sonra boylarının kısalmakta olduğunu ve hemen ardından da içimizin bir yerlerinde bir bu işi de hallettim sesinin yankılanmakta olduğunu fark etmeye başlayacağımız ve düşünen ve davranan ben’lerin el ele hareket etmeye başladığını fark ediyor olacağımız garanti gibi geliyor bana.
Denemeye değer mi sizce, ne dersiniz?
Mutlu haftalar…
basladım nazlı cım. harikasın.
Yasasiiin 😊