Tag Archive | seçim

Yaşamdaki Adım Taşlarımız

steppingstoneNeyi bildiğimiz kadar neyi seçtiğimiz de önemli. Hatta neyi seçtiğimiz bazen çok daha önemli. Yaşamda atacağımız her bir adımın hemen öncesinde üzerine basmak üzere bir taş koyduğumuzu düşünürsek, işte o taşlar bizim seçtiklerimiz, seçimlerimiz. Yani aslında o koyduğumuz taşın şekli, koyduğumuz yer, taşın baktığı yön üzerinde yürümeye devam edeceğimiz yolun adımları olmaya başlıyor kendiliğinden.

Elbette biliyorum yaşama bakış şeklimizi belirleyen en önemli faktörlerden bir tanesi genetik. Fakat eğer istersek ve seçersek, o bizimle gelen ve adına genetik denen önceden kodlu bilgilerin ötesinde bir şeyleri yaşama yerleştirebileceğimize inancım da sonsuz.

İnancım sonsuz derken genetikle ilgili bilinenlerin zaman zaman zorlayıcı ve kısıtlayıcı inançlara dönüştüğünü de iyi biliyorum. Bazı şeylerin adeta insanın içine kazınarak yazıldığı ve asla değiştirilemez olduğuna inanıyor ve hep o kazınarak yazılmış şekilde davranırken buluyoruz kendimizi. Mesela şöyle düşünüyoruz: bazı insanlar dünyaya daha kötümser gelirler, bazıları daha iyimser; bazıları daha neşelidirler, bazıları daha durgun ve az gülen, bazıları asabidir, bazıları suratsız. Arkasından bütün bunları mizaç veya huy denilen şeyle, aslında bence genetiğin farklı bir ismiyle eşleştiriyoruz ve ne yapalım ben de böyleyim elimde değil, mizacım bu diyerek işin içinden çıkıveriyoruz. Veya çok yaygın olan bir özdeyişe yürekten inanırken buluyoruz kendimizi, “can çıkar huy çıkmaz”.

Doğru genetik veya mizaç veya huy elbette var ama, bir yandan da istediğimiz şekilde seçim yapmamızı destekleyen özgür irademiz var. Eğer istersek, neyi seçeceğimize özgür irademizle karar verebildiğimize göre, yeni ve yaşamımızı kolaylaştırıp, bizi destekleyecek mizaçları kendimiz için oluşturamaz mıyız?

Burada yola çıkaracak en anahtar cümle “İstersem, yapabilirim” cümlesi. Kendimizi daha yakından tanıyıp aslında kendi yaşam yolumuzun ilerleyen bölümünü ellerimizle toplayıp döşediğimiz ve adı seçimlerimiz olan taşlarla oluşturduğumuzu fark edebiliriz. Sonra da yaşam yolumuza döşediğimiz taşları hep bildiğimiz gibi dizmek yerine, acaba neyi seçiyorum, acaba neye göre seçiyorum ve neyi seçmem daha iyi olur sorularının cevaplarını vererek, en uygun olacaklarını düşündüğümüz yeni yerlerine koymayı deneyebiliriz.

Bunu yapmak için çok basit bir ön “farkına varma” adımına ihtiyacımız var, o da şu soruyu cevaplamaktan ibaret: Şu anda atmak üzere olduğum adım, alıştığım ve benim için otomatikleşmiş bir davranışı mı içeriyor, otomatikleşmiş bir tercihle aynı seçimleri yapmak mı seçtiğim, yoksa özgür irademi kullanarak farklı seçimler üzerinden mi gitmek istiyorum?

Bugün seçimlerinize, adımlarınıza, yaptıklarınıza, yapmayı düşündüklerinize, davranış ve sözlerinize odaklanmaya ve onları neye göre seçtiğinize şöyle bir bakmaya ne dersiniz? Bakın bir bakalım, yaşam yolunuza koyduğunuz ve koyacağınız yol taşlarınız sizinle bütünleşmiş ve otomatikleşmiş bir sistemden mi geliyor, yoksa özgür iradenizle, bilerek, isteyerek yaptığınız tercihlerden mi?

Mutlu haftalar…

Savaş ve Barış

peace-of-mindBaşlık Tolstoy’un kitabını anlatacakmışım gibi dursa da, niyetim tamamen kendi algı alanımıza gelen savaş ve barış hallerinden konuşmak ve bu hallerle bağlantılı seçtiğimiz yollardan söz etmek.

Zaman zaman hepimiz kendimizi bir savaşın içinde gibi hissediyoruz. Gibi diyorum çünkü yaşamı savaş gibi algılamak tamamen bireysel algımızla alakalı gibi geliyor bana. Çok alışkın kulaklarımız yaşama atfedilen tamlamaya, yaşam mücadelesi diyoruz, ya da öyle dendiğini duyuyoruz. Buradan hareket ederek de yaşarken yaptığımız şeyi bir mücadele, bir savaş olarak görmeye başlıyoruz. Kazanılması ya da kaybedilmesi söz konusu olan bir savaş.

Bu savaş, bazen kendimizle, bazen yaşamda seçtiklerimizle veya seçmediklerimizle, bazen verdiğimiz veya veremediğimiz kararlarımızla, bazen sevdiklerimizle veya sevmediklerimizle. Bu savaş hali bazen sadece içimizde fark ettiğimiz ve bizi kendimizle dövüştüren bir duyguyken, bazen de davranışlarımıza ve sözlerimize yansıyan çatışma ve çarpışma davranışları halinde gösteriyor kendisini,.

Çatışma ve çarpışma olduğunda, savunma, direnme, kaçınma, korku, endişe, kaygı, saldırı gibi duygu, düşünce ve eylemlerin ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor. Duygu, düşünce ve eylemler bu hale geldiğinde ise, bu durumdan en fazla etkilenenler ilişkiler olmaya başlıyor. İlişkiler, yalnız başkalarıyla yaşadığımız ilişkilerle de sınırlı kalmıyor, kendimizle, içinde bulunduğumuz sistemle, beraber yaşadığımız toplumla, çalıştığımız kurumla, yaptığımız işle olan tüm ilişkiler etkileniyor bu durumdan, hatta zarar görüyorlar zaman zaman. İlişkilerin insanı yaşama bağlayan en güçlü destekleyiciler olduğunu düşünürsek, onların zarar görmesi aslında en son isteyeceğimiz şey olmalıyken, kaçınılmaz bir son haline gelebiliyor.

Peki bu savaş halinin tersi nedir? Tıpkı Tolstoy’un romanında söylediği gibi, tabii ki barış hali. Önce kendimizle barış, sonra seçimlerimizle, ilişkilerimizle, parçası olduğumuz sistemlerle, yani yaşamın kendisiyle.

Barış halinin en büyük eşlikçileri, huzurlu hissetmek, yaşamdaki akışı fark etmek ve yaşamı istediğimiz gibi yaşatacak yaratıcı çözümler için zihnimizde yer açmayı sağlayan mutlu hissetme halini keşfetmektir.

Yaşamımızdaki barış ve savaş hallerini düşünürken, bir hikaye canlanır gözümde. Hikaye şöyledir:

“Uzunca bir yol vardır gözünüzün önünde akıp giden. O yolun sonunda da olmasını istediklerinizle dolu bir yer vardır tam da hayal ettiğiniz gibi. Orada olmak sizin için son derece değerli ve önemlidir, çünkü oraya varmak üzere yaşıyor gibi hissedersiniz kendinizi. Yola çıkarsınız ve birdenbire yolun ortasında etrafı dikenlerle dolu bir kaya parçası gelir önünüze. Kaya parçası o kadar büyüktür ki, gitmeyi hedeflediğiniz yere giden yolun devamını bile görmeye engel olur adeta. O dikenli kayayı ortadan kaldırmanın yolunu bulmadığınız sürece, yol alamayacakmışsınız hissine kapılırsınız. Burada iki seçim vardır, ya durumla savaşmak, ya da olup biteni anlamaya çalışıp, çözüme odaklanıp, yola devam etmeye çalışmak. İlk bakışta bu hem ağır, hem üzeri dikenli, hem de ebatları son derece büyük olan kaya parçası ile boğuşmamak mümkün değil gibi görünür gözünüze. Boğuşup savaşmak sanki tek yolunuzmuş gibi hissedersiniz, çünkü baktığınız tek yer o dikenli kaya parçası olmaya başlar kendiliğinden. Bir zaman geçince o kaya parçası ile uğraşmaktan, kanayan ellerinizi tedavi etmeye çalışmaktan, ağırlığı nedeniyle incinen belinizin, dizlerinizin ağrısı ile uğraşmaktan artık o ulaşmak istediklerinizin varlığını bile hatırlamadan sürekli savaştığınız bir yerlerde bulursunuz kendinizi. Sonra bir gün karşınıza farkındalık adında bir küçük çocuk çıkar ve usulca elinizden tutup size barışı fark ettirir. Önce, içinizde barışı fark ettiğiniz durumda ortaya çıkan duygu ve davranışları görmenizi sağlar ve hemen ardından bugün içinde bulunduğunuz durumu, ellerinizi kanatan, belinizi ağrıtan savaşınızı size bir film gibi izletir. Sonra da o dikenli kayanın hiç fark etmediğiniz şekilde etrafından dolaşıp geçmenizi kolaylaştıracak yolu işaret eder. O yolu işaret etmekle kalmaz, dikenlerle ve ağırlıkla elinizi kanatmadan, belinizi incitmeden nasıl başa çıkabileceğinize dair de bir şeyler anlatıverir hızlıca. Farkındalığın sizi çıkardığı yeni yoldan ilerlediğinizde, gitmek istediğiniz yere doğru giden en baştaki yol tekrar beliriverir önünüzde. Savaşmadan ilerlediğinizde, barış ile ürettiğiniz çözümlerle yolda ilerleme yöntemlerinin daha çeşitli, daha yaratıcı ve daha hızlı olduğunu fark edersiniz.”

Bu kısa hikayeden yola çıkarak, yaşam yolculuğunuzda ilerlerken kendi seçim noktalarınıza biraz bakmak ister misiniz? Siz savaş yolundan mı yol alıyorsunuz, yoksa barış yolundan mı? Bu gerçekten size ait bir seçim mi, yoksa otomatik bir davranış mı? Üzerinde düşünmeye, belki de farklı seçimler yapmaya ne dersiniz?