Archive | Temmuz 2016

Zekanın Duygusu Olur mu?

eq-iq-310x233Sağ beyin, sol beyin, orta beyin, alt beyin, üst beyin. Bir tanecik beynimiz var kafamızın içinde, sürekli uğraşıp duruyoruz kendisiyle, parçalıyoruz olmuyor, bütünleştiriyoruz, yine olmuyor, sürekli araştırıp duruyoruz nedir diye.

İnsan beyninin yaşama aktarılmış halini konuşurken, en çok gündeme gelenlerden biri de sağ ve sol beyin konusu oluyor. Daniel Goleman ile anılan duygusal zeka da bu konuşmalar sırasında kafasını gösteriveriyor iki aralıktan. Duygusal zeka, böldüğümüz beyinlerden, sağ beyinle eşleştiriliyor, daha doğrusu duygusal zekanın faaliyetleri, sağ beynin özellikleri ile eşleştiriliyor. Bilişsel zeka da sol beyin ile ilişkilendiriliyor.

Hepimiz biliyoruz ki “insan” uzun zaman sahip olduğu bilişsel zekasıyla anıldı, aslında hala da anıldığını söylemeden geçmek zor. Nedir bilişsel zeka, şu iş ilanlarında eskiden en çok yazan şeylerin olduğu kısım, iyi bir üniversiteden yüksek derece ile mezun olmuş olmak, planlama yapabilmek, analitik düşünebilmek, sıra ile, peşpeşe bütün işleri yapabilmek, detaylarla başa çıkabilmek falan filan. En popülerin bilişsel zeka olduğu zamanlarda, bunları iyi yapan insanlar, fazlasıyla beğenildi, çocuklar böyle olmaya teşvik edildi, zekaları ölçüldü, biçildi, yüksek çıkanların aileleri gururlandı, düşüklerinki üzüldü.

Sonra yavaş yavaş yeni bir farkındalık ortaya çıkmaya başladı. Sadece üst paragrafta yazdığım özelliklerini geliştirmiş olan insanların, günün birinde mutsuz, başarısız, yalnız, bulundukları ortamda gerginlik yaratma riski yüksek ve aslında sahip oldukları potansiyelin tamamını ortaya koyamayan insanlar oldukları anlaşılmaya başlandı. Sadece bu özellikleri gelişkin olan insanların sanki eksik kaldıkları fark edilmeye başlandı ve bu eksikleri gidermek üzere kişisel gelişim ve destek diye bir takım kavramlar kendini gösterir oldu.

Bu durum aslında tam da duygusal zekayı da içinde barındıran, sağ beyin aktivitelerinin önemimin fark edilmesi ile aynı zamanlara denk gelir. Bu farkındalıkla birlikte yukarıda sözünü ettiğim iş ilanlarına ilave satırlar eklenmeye başladı. İnsan ilişkileri güçlü, birden fazla işi aynı anda yönetebilen, motivasyonu yüksek, empati yapabilen, liderlik becerilerine sahip insanları aramaya başladı iş dünyası. Okullarda sadece sol beyin odaklı derslere, kişisel farkındalığı destekleyecek, bireysel liderlik becerilerini geliştirecek, özdeğerlendirme yapabilmeyi destekleyecek, sanatsal tarafı güçlendirecek, bakış açısını genişletecek dersler eklenmeye başladı müfredata. Yani duygunun zekası olduğu tam böyle ifade edilmese de anlaşılmaya başlandı yavaştan yavaştan.

Oysa insanoğlunun sonradan keşfettikleri, ya da yeni keşif gibi görünenler, aslında insanın kendi içinde var olan ve sadece kendisine dönüp baktığında fark edeceği hazineleriydi. Bu hazineleri sıralamaya kalksak, en güzel şöyle sıralardık herhalde: insanın kendisine tarafsız bir gözle bakabilmesi, kendi duygularını fark etmesi, tepkilerini tanıması, kendisini kontrol edebilmesi, kendisini motive edebilmesi, yani istediği şeyleri yaparken keyif ve heyecan duyacak şekilde yapma çabası, başkalarının gözünden duruma bakabilmesi, yani belki empati ve içinde bulunduğu topluluktaki ilişkilerin farkında olması ve sahip olduğu ilişkileri yönetebilmesi. Ne zaman ki bunları fark etmemiş olanlar, yani iş yaşamındaki kurumlar, ailelerdeki ebeveynler, okullardaki öğretmenler, fark etmeye ve teşvik etmeye başladı, insanın tam ve bütün olarak işlemesi daha fazla mümkün hale geldi.

Beyni parçalamaya çalışmak elbette araştırmacıların işi ve belki yüzyıllarca da devam edecek bir araştırma konusu, çünkü en komplike parçası belki de insanoğlunun. Biz beyin kullanıcıları için bence en önemlisi, fazla parçala bölle uğraşmadan, sahip olduğumuz tüm iç kaynaklarımızı yani potansiyelimizi tam olarak kullanmaya çalışmak ve kullandığımızdan emin olmak. Mesela bir iş yerini yönetirken, işimizi yaparken, bir ailenin parçasıyken, bir arkadaş topluluğunun içindeyken, sahip olduğumuz tüm iç kaynaklarla, kendi öz farkındalığımızla, hem sağ beynimizle, hem sol beynimizle, hem bilişsel zekamızla, hem de duygusal zekamızla, etrafı gözlemleyerek, başkalarının gözünden görmeye çalışarak, hayal kurarak, şimdiyi fark ederek, kendi kendimizi doğru yöneterek, hayata umut ve gülen gözlerle bakarak yaşamayı sürdürmek. Basitçe söylersek, her attığımız adımda, zekanın duygusu, duygunun da zekası olduğunu unutmamak.

Mutlu hafta sonları…

 

Şikayet Etmek, Etmemek

Şikayet ve hareket, ikisi birlikte olduğunda iyi bir ikili, ama sadece şikayet olup hareket kısmı olmadığında tam bir kısır bir döngü. Eğer hareket kısmı yoksa, ileri doğru bir adım attıracak soruları kendimize sormuyoruz demek oluyor ve içinde bulunduğumuz duruma yönelik şikayeti sürekli olarak tekrar ederken buluyoruz kendimizi. Bu hareketsizliğin en iyi eşlikçileri de, kızgınlık, mutsuzluk, sıkıntı, üzüntü ve çaresizlik gibi giderek yoğunlaşan negatif duygular. Sadece şikayetçi olma döngüsünde kalınca, bu duyguları daha yoğun yaşadığımız için, şikayet ettiğimiz durum bizler için belki de olduğundan daha zorlayıcı bir hale dönüşüyor. Bu durum, içimizdeki çözümsüzlük hissinin artmasına ve konuya dair umudumuzu kaybetmemize neden oluyor. Tam da bu noktada umudun insanı harekete geçiren, yüzünün geleceğe dönmesini sağlayan en büyük destekçilerden biri olduğunu düşünürsek, neden hareketsiz kaldığımızı anlamak daha kolaylaşıyor diye düşünüyorum.

Şikayet etmek bir şeyler olması gerektiği gibi olmadığında, ya da “bize göre” olması gerektiği gibi görünmediğinde sergilenen bir tutum. Şikayet etmeyi gerekli kılan şeyler ortaya çıktığında aslında iki yol var, ilki bizim o konuda çözüm üretebileceğimiz ve o çözümle devam edebileceğimiz bir yol, diğeri de bizim kontrolumuz dışında kalan durumlarla ilgili izleyeceğimiz bir yol.

Yol iki taneyken, bazen bu iki yola bir üçüncü yol ekleyip, diğer ikisini yok sayıp, sadece o üçüncü yolu seçtiğimiz de oluyor. Üçüncü yol, şikayetçi rolünü koruyarak yaşamı sürdürmeyi sağlayan yol. Bu üçüncü yol, aslında çıkmaz bir yol veya sadece kendi etrafında dönen bir yol, ama bazen alışkanlıkla, bazen antenlerimiz kapalı olduğu için, bazen de diğer yolları görmek istemediğimiz için, sadece o yol varmış gibi hissedip, üzerinde yürüdüğümüz bir yol halini alıyor.

Bu üçüncü yolu seçmeyi alışkanlık haline getirenler, yaşanan durumda, içinde bulunulan yerde, sürdürülen ilişkilerde sürekli kendileri için aksi gidenlere odaklanıp, en başta da söylediğim gibi, sürekli bir sızlanma, kızma, mutsuz olma hali içinde oluyorlar. Bu yolu seçen insanlar adeta bulaşıcı bir hastalık taşırcasına, bu üçüncü yolu seçme halini çevrelerine bulaştırma riskine sahipler. Ailelerde, iş yerlerinde, arkadaş topluluklarında ve hatta ülkelerde kolayca baş gösterip yaygınlaşabilen bu durum, sonrasında iyileştirmek için çok fazla çaba gerektiren bir şikayet kültürüne dönüşüveriyor. Bir de üstelik, bu durumun bulaşıcı olduğunu fark ettiklerinde, diğer insanlar şikayet edenlerin yanından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyorlar.

Üçüncü yolu bir kenara koyarsak, ilk iki yol, bizi bir şekilde ileri götürecek hareketi içinde barındırıyor. Şikayet edilecek durum ortaya çıktığında peki şimdi ne yapmalı, bu konuda ben ne istiyorum, bu konu ne kadar benim kontrolumda gibi sorular sorunca ilk iki yoldan hangisinden gitmek gerektiği ufak ufak kendini göstermeye başlıyor. Şikayet edilen konu kendi kontrolumuzda ise durumu analiz edip, ne şekilde hareket etmek istediğimize karar verip, adımlarımızı planlayıp harekete geçiyoruz. Konu bizim kontrolumuzda değilse, bu durumun bizim değiştiremeyeceğimiz bir durum olduğunu fark ettikten sonra, yola devam etmek için ne yapmalıyım sorusunu sorup, yine bir adım planı yapmak, harekete geçmeyi destekliyor. Bu iki yolda da şikayetçi olmayı seçtiğimiz durumdaki duygular çok daha az bizimle oluyor, hatta bazen onları hiç fark etmiyoruz bile, çünkü burada fark ettiğimiz en güçlü duygu, kendi yaşamımın kontrolu ve sorumluluğu benim elimde duygusu oluyor.

Bu hafta sonu için bir kaç ödev versem, bu hafta sonu kendinizi daha dikkatli dinleyip ne kadar şikayet döngüsünde kalıyorsunuz, ne kadar devam ve harekettesiniz bir baksanız; şikayet döngüsünde olduğunuz durumlar varsa, neler sizi bu döngüde tutuyor, ona da bir baksanız; şikayet ederken kendinizi yakalarsanız, üçüncü yolu seçmeden, o döngüye girmeden, harekete geçmeyi bir deneseniz; bütün bunları yaparken, şikayet etmeyi otomatikleştirmiş insanları da gözleyerek, nasıl göründüklerini de fark etmeye çalışsanız nasıl olur?

Mutlu hafta sonları…