Archive | Mayıs 2015

Şu Meşhur Yapılacaklar Listeleri

todoBir zamandır mutluluk üzerine çalışıyorum, daha doğrusu olumlu duyguların insanın işletim sistemi üzerindeki etkileri üzerine çalışıyorum. Konu insanın kendisi olunca, mutluluk da otomatikman insanın olduğu her ortam için anlam kazanıyor, özel yaşam, iş yaşamı, eğlence zamanları, sıkıntılı zamanlar, tatiller…

Mutluluğu iş yaşamı dışında konuşmak sanki daha kolay geliyor herkese, ama konu işe gelince, işinde mutlu olmak çok ender bulunan bir duruma dönüşebiliyor, işinde mutlu olduğunu söyleyen insanlara da özenerek ve belki de biraz kıskanarak bakılıyor. Oysa herkes öyle ya da böyle çalışacağı işi seçerek başlıyor çalışmaya, neredeyse çeyrek yüzyıl süren insan kaynakları çalışmalarımda gözlediğim, müthiş de bir ilk gün heves ve heyecanıyla başlanıyor ilk iş gününe. Sonra bazı durumlar oluyor ve o ilk gün heyecanı kaybolmaya başlıyor, önce tanımsız bir duygu durumu deneyimlenmeye başlıyor, ardından da mutsuzluk ya da hoşnutsuzluk ya da sıkıntı diye adlandırılan bir durum. Pazartesi sendromları eşlik etmeye başlıyor bu duruma ve hafta sonu ve tatiller için yaşıyoruz cümleleri. Tanıdık gelen var mı?

Pozitif psikoloji ve olumlu duygularla ilgili çalışmalar gösteriyor ki, şartlar ve koşullar ne olursa olsun, sadece bakmayı seçtiğimiz yönü ve o baktığımız yönde de davranış şeklimizi doğru ayarlayarak içinde bulunduğumuz durumda olumlu duygu deneyimlemek, yani kısaca mutlu hissetmek mümkün. Bir sürü ve üstelik de uygulaması çok basit öneriler var iş yerinde mutluluğu destekleyecek, ama bir tanesi var ki bana çok iyi geliyor.

Yoğun çalışma temposunda olanlara tanıdık gelecektir, yapılacak işler o kadar çoğalır ve çeşitlenir ki, artık mutlaka listeler tutulmaya başlanır. Kimileri klasik usul kâğıt kalemlerle tutarlar, kimileri yeni teknolojinin nimetlerini kullanarak bilgisayar üzerinde otomatik takip edilen listeler oluştururlar. Bu listelerde dikkatimizi genellikle çeken, tamamlanmamış işlerdir. Hele liste bilgisayardaysa, yaptığımız işler hemen takipten düşer ve gayet motivasyon kırıcı biçimde tamamlanmamış olanlar önümüze düşmeye devam ederler. Önerim şu; elbette doğru takip ve zamanında iş için listelere ihtiyaç var, ama nelerin tamamlandığının ve oradaki çabanın da kendimiz tarafından fark edilmeye ihtiyacı var. Hatta liste dışı önümüze gelen ve aralarda tamamladığımız işlerin de farkındalığı gerekli. Neleri tamamladığımızı bilmek, sonuçlarını da önümüzde görmek, tamamlanmayan işlerin de tamamlanmasını kolaylaştırmak adına çok destekleyici olacaktır. Yani aslında durumu tam olduğu gibi ve dört bir yanından görmeye yarayacaktır. Eksik ve tamamlanması gereken işleri odağa alıp, resmin diğer yarısının dikkatten kaçmasını engelleyecektir. Kısaca yaptığımız işle ilgili olumlu duygularımızı da fark etmemizi kolaylaştıracaktır. Sadece küçük bir bakış açısı değişikliği ile iş yaşamınızda biraz daha iyi hissetmeye ne dersiniz?

X Kuşağı, Y Kuşağı, Z Kuşağı

xyzHangisi kim, hangisi ne zaman doğmuş, bu Y’ler çok zorlar, onlarla başa çıkmak dert, arkadan Z’ler geliyor, kim bilir onlarla nasıl uğraşacağız? Kurumsal dünyadan yükselen bu sesler size ne kadar tanıdık? Ben çok sık duymaya başladım, tıpkı çok bilinmeyenli denklem konuşurcasına karışık bir şekilde duymaya başladım ya da algıda seçicilikle duyduklarımı daha çok fark etmeye başladım. Algıda seçicilik diyorum, neden ve neyi seçtiğimi de söylemem iyi olur.  Seçtiğim ve rahatsız olduğum nokta, Y ve Z gibi isimlerle, sanki yıldızlar kümesinde yer alan gezegenlerden gelen ve insandan farklı diğer canlılardan söz ediyormuşuz gibi geliyor kulağıma, sanki X’ler biz, Y ve Z’ler de uzaydan gelen onlar gibi duyuyorum ve rahatsız oluyorum.

Bana göre var olan durumda birbirinden farklı yetişmiş, teknolojik olarak hızla değişen bir dünyada büyümüş, hızlı ve çabuk hareket kabiliyetinin yüksek olduğu durumları deneyimleyen, farklı alışkanlıklar ve tarza sahip bir nesille beraberiz. Y’ler ve Z’ler diye adlandırılan kuşaktan önce dünyaya gelmiş olan o kuşağın anne ve babaları olan bizler ise hesap makinası ile dört işlemi mucize gibi gören, haftada 1 gün siyah beyaz televizyondan, renkli televizyona, sonra da kumanda denilen bir aletle kumanda edilebilen televizyonlara geçmiş bir nesiliz. Evlerimize sabit telefon bağlatabilmek için sıra beklerken, şimdi cebimizde telefon taşımayı öğrenen bir nesiliz. Bizlerle aynı değerlerin çoğuna sahip, ama belki o değerleri farklı davranışlarla bize aktaran anne babalar tarafından yetiştirilmiş bir nesiliz. Yani aslında bizler de bir grup insanız, onlar da bir grup insan, yani daha da aslında, hepimizin en derinde sahip olduğu özellikler son derece benzer, ancak büyüme, öğrenme, yetişme sistemlerimiz gereği edindiğimiz alışkanlıklar ve bunların davranışta gözlenme şekilleri farklı. Ne yazık ki, daha olgun ve iyi düşündüğüne inanan bazı X’ler, sürekli yeni gelen neslin üyelerini kınama tavrı içinde ve onlarla baş etmenin mümkün olmayacağı kanaatinde oluveriyorlar kolayca.

Dönelim iş dünyasına, Y ve Z’ler konusunda şikâyetçiler kimler, ağırlıkla yöneticiler, peki yöneticilerin görevi ne, insanları ve farklılıkları yapılması gereken işler çerçevesinde yönetmek. Peki, durum buysa, asıl yapılması gereken ne? Yeni gelen neslin üyelerinin de uzaylı olmadıklarını, farklı büyümüş, farklı alışkanlıkları ve farklı davranış şekilleri olan, farklı bakış açılarına sahip olabilen ama özünde bizlerle benzer temel değerlere sahip insanlar olduğunu kabulle işe başlamak. Arkasından davranışlara yönelik şikâyetleri bir kenara bırakıp, ortak büyük resim, ortak hedef, beklenen katkı, gözlenen katkı gibi önemli konuları konuşmaya başlamak ve hemen sonra da bunları sağlayacak yöntemleri ve davranışları hep birlikte belirlemek. Kendi kafamızın içine, Y ve Z uzaylıları kavramının yerine, bizden farklı ve anlamaya çalışmanın iyi olacağı insanların varlığını yerleştirmek. Sonra biraz aynaya bakmak, bu kuşakları bizler yetiştirdik, onlara en çok kendilerini ifade etmek konusunda destek olmaya çalıştık, her konuda fikirlerini aldık, bizlerin zorlandığı noktalarda onlar zorlanmasın diye önlerini açtık, hatta bazen her şeyi hazırlayıp önlerine koyduk. Bu çocuklar yetişti ve bizden farklı yetişkinler oldular, aslında amacımız da bu değil miydi, peki, o zaman neden şimdi bize benzemedikleri için sinirlenip duruyoruz? Neden büyütülme şekilleri ve büyüdükleri sosyal ve teknolojik ortamların bizimkilerden farklı olduğunu kabul etmek ve onları anlamaya çalışmak yerine kızgın olmayı seçiyoruz? Neden onların gözlerinden biz nasıl görünüyoruz acaba diye hiç düşünmüyoruz, onların da bizi anlamakta zorluk çekebileceklerini neden kabul etmiyoruz? Neden anlaşmak yerine bu nesilleri uzaylı gibi görüp öyle davranıyoruz? Neden sürekli onları değiştirmeye çalışıyoruz? Belki de bakış açısı değiştirmesi gereken eski nesil üyeleridir ne dersiniz?