Archive | Mart 2015

Mutluluk Kimin Sorumluluğunda?

Mutlu olmayı yakalamak aslında iç sorumluluğumuz, ama ne yazık ki zaman zaman bu konuda karşılıklı kızgın sözler duyuyoruz. Senin yüzünden mutlu olamadım, bizim şirketteki yöneticiler böyle olduğu sürece benim mutlu olmam imkansız, bütün gün yağmur vardı, nasıl mutlu olayım. Birilerine veya bir şeylere yüklüyoruz kendi mutluluğumuzun sorumluluğunu. Oysa galiba asıl soru şu olmalı, içinde bulunduğumuz an ve durumda etrafımızda olup bitenleri kendi beynimize tercüme ederken acaba gözümüzde hangi gözlüklerle bakıyoruz etrafa? Şurası bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek ki, bir an kesitinde 12 milyon bit veri ile karşı karşıya kalıyoruz ve bunun sadece 40 bitini seçiyoruz, yine bilim diyor ki, bir durumun algılanmasında dış etkenlerin etkisi % 10, geçmiş deneyimler, inançlar, değerler çerçevemizden durumu yorumlamamızın etkisi % 90, yani yaşadığımız her durumun bizdeki etkisi aslında neredeyse tamamen bireysel tercümelerimize dayanıyor. O yüzden aynı ortamda bulunan iki kişi aynı yere bakıp bambaşka yorumlar yapabiliyorlar. Peki, bu iki bilimsel gerçeklikten hareketle ne yapmak lazım? Önce neyi seçmek istediğimize, sonra da o seçtiğimiz şeyi kendi algımıza nasıl tercüme edeceğimize bakmak lazım, çünkü  en basit anlatımla gerçeklik dediğimiz şey, seçtiklerimizin kendimize göre tercüme edilmiş hali. Mutluluğa buradan bakınca, aslında mutluluk tanımı ve algısı da tamamen bir bireysel tercümeden ibaret, yani mutluluk ya da iyi hissetme halinin sorumluluğunun büyük kısmı kendimizde, bizim seçtiğimiz 40 bitte, bizim taktığımız gözlüklerde, kısacası bizim kendi tercümemizde saklı.

Bugünden geleceğe giderken, içinde bulunduğunuz durumları değerlendirirken, ortama, koşullara ve kişilere bütün sorumluluğu devretmek yerine, azıcık da kendi seçim kriterlerinize ve gözlüklerinize bir göz atmaya ne dersiniz? Belki de iyi hissetmek ve daha hızlı yol almak için en pratik yol budur…

 

Hayatı İleri Doğru ve Keyifle Yaşamak İçin 10 Öneri

denizDeniz kıyısında oturup ufka bakmak gibi bir şey aslında hayatı ileri doğru ve keyifle yaşamak, dalgalar denizi kıyıya doğru getirdiği halde, çok uzaklarda da aynı heybetle tükenmeden dalgalanabilmek gibi bir şey sanki, buluta, güneşe, yağmura karşın heybetle orada olabilmek. Hayata bu gözle bakmak için aşağıdakileri denemeye başlamak, eğer zaten yapıyorsanız, çoğaltmak nasıl gelir?

  1. Güne mutlu başlamak, mutlu olmak için mükemmel bir dünya tasarımı beklemekten vazgeçerek, o gün, o an sahip olunan ne varsa, zorluk ve sıkıntılara rağmen, mutlu başlamak, belki de bunu alışkanlık haline getirmeye çalışmak, çünkü sağlıkla alınan bir nefes bile bazen yeterli güne mutlu başlamak için, en azından bunu fark etmek
  2. Kendi bireysel sistemimizin sistem yöneticisi olan beynimizin nasıl işlediğini öğrenerek, beynimizi doğru yönetmek. Hani bilimsel olarak kanıtlanmış olan Plasebo Etkisi var ya, işte onu hayat boyu deneyimlemek
  3. Kendi duygularımızın, düşüncelerimizin, inanç ve alışkanlıklarımızın farkında olmak, bunların içinde kendi işimize yarayanların ve işimize yaramayıp baş ağrısı, mide ağrısı, hastalık yaratanların içimizden ayrılabileceğini keşfederek, işe yaramayanları zihnimizden dışarı atmak
  4. İlişkilerde ve iletişimde olumlu cümleler kullanmak, insanların kişiliklerine yönelik olumsuz eleştirilerde bulunmak yerine, davranışlara yönelik konuşmaya çalışmak, olumlu duyguların yaratıcılığı, verimliliği, seçenek çoğaltmayı ve öğrenmeyi kolaylaştırdığını bilerek iletişim kurmak, beklentileri net, açık ve sonuca yönelik ifade etmek, olumlu iletişim kurmanın hem kendimize, hem de karşımızdakilere katkılarını fark etmek
  5. Varsayımlarla veya başkalarının düşüncelerini tahmin ederek oluşturduğumuz senaryolar yerine gerçekleri anlamaya çalışmak ve bilinmeyenlerle uğraşmaktan ve onlara yönelik bir şeyler geliştirmeye çalışmaktan vazgeçmek
  6. Hataları dünyanın sonu olarak görmek yerine, yola devam ederken destek olacak dersler olarak görmek ve onlardan yarar sağlamaya çalışmak, bunu yapmak zor geldiğinde, en azından onlara takılmak ve orada kalmak yerine, ileri giden yolu açmaya çalışmak
  7. Burada yer alan maddeleri çalışma hayatlarımıza da taşımak, çalışma alanlarımızda kavgacı ve gergin toplantılar yerine mutlu toplantılar yapmak, toplantılara olumlu birkaç cümle ile başlamak, odağı kızgınlık ve kavgada değil de istenen ve beklenen sonuçlarda tutmak, güçlü ve olumlu iletişime odaklanmak, sadece ters gidenleri değil, olup biten iyi şeyleri de fark etmek
  8. Zamanın dünyadaki tek eşit kaynak olduğu farkındalığı ile, o eşit kaynak olan zamanın içinde kendimizi nasıl yönettiğimize iyi bakmak ve gerekiyorsa, kendimizi yönetme şeklimizle biraz ilgilenmek
  9. Her günün sonunda, o gün olan birkaç olumlu şeyi fark etmek, yazmak veya en azından sadece keşfedip düşünmek
  10. Günü geldiği gibi yaşamak yerine her anını fark ederek, güne sahip çıkarak ve insanları da bu yönde destekleyerek yaşamak

Kurumunuzun Mutluluk Bütçesinde Neler Oluyor?

mutlulukbutcesiKurumlar her yıl sonu yaklaştığında bir derde düşerler, acaba bu yıl kar ve zarar durumları ne oldu? Ne kadar kazanmayı planladık, gerçekten ne geldi? Masraflar ne durumda? Acaba gelecek yıl ne kadar paraya ihtiyaç var? Karlılığı arttırmak için gelirlerin ne olması, giderlerin nasıl yapılandırılması lazım? Bu konular saatlerce, hatta günlerce süren toplantıların konusu olur, o yıl kazanç durumu iyiyse, gelecek yıl daha fazlası nasıl olur konuşmaları yapılmaya başlar, eğer durumlar fenaysa, gelecek yıl masrafları kısalım, yoksa işler kötü konuşmaları yapılır. Buraya kadar olup bitenleri tanıdık bulmayan var mı?

Şimdi herkesi önce bir derin nefes almaya ve kurumsal bütçeye bambaşka bir yönden bakmaya davet ediyorum; bu kez kurumun mutluluk bütçesine bakmaya, kurumun içindeki olumlu ve geliştirici duygu, davranış ve yöntemlerle, negatif ve geriletici duygu, davranış ve yöntemlerin bütçe durumuna bakmaya davet ediyorum. Aslında en derinde sözünü ettiğim kurum içi mutluluk durumları. Son derece geri planda kalması olası olan, daha somut ölçülebilen paranın ölçümüyle giderek unutulması daha da mümkün hale gelen mutluluk durumlarından söz ediyorum.

Yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, bir kurumda çalışanlar mutluysa, o kurum içindeki uygulamalar olumlu duygu ve davranışlara zemin hazırlayacak şekilde yapılandırılıyorsa, yönetimin benimsediği felsefe “mutlu çalışanlar ve iyi iş sonuçları” ise, o kurumda “başarı, karlılık, iyi ve yeni fırsatlar, yaratıcı iş çözümleri” kendiliğinden ve doğal sonuç olarak ortaya çıkıyor. Bunu fark eden ve bilinçli olarak bu konuda çalışmaya başlayan kurumlar, kurumun gerçek en değerli kaynağının “para ve makinalar değil”, “insan” olduğunu anlamakta gecikmiyor ve asıl yatırımı insanın insan tarafını beslemeye ve güçlendirmeye yapmaya başlıyorlar. Bu taraf güçlendikçe, işini seven, Pazartesi sabahları işe gülerek ve mutlu gelen, yaptığı işi kendi işi gibi benimseyen ve işine sahip çıkan, yaptığı işteki anlamı keşfeden çalışanlarla işlerini yürüten bir kurum haline geldiklerini görüyorlar.

Yine bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, bir olumsuz duygu veya davranışın etkisini ortadan kaldırmak için en az 3 ve üzerinde olumlu duygu yaratmak veya davranış göstermek gerekiyor. Bu olduğunda kurumlarda mutluluk düzeyi artmaya başlıyor ve verimlilik, karlılık artmaya, iş sonuçları iyileşmeye başlıyor. Yani aslında mutluluğun etkisi ile istenen sonuçlar ortaya çıkıyor, yani sanki mutluluğun yan ürünleri gibi bir duruma geliyor kurumun ana hedefleri olan karlılık ve bol kazanç.

Bütün bunlardan hareketle aslında kurumlar yıl sonlarında ve yıl başlarında bütçelerini yaparken ve gözden geçirirken bir ana parametre daha ekleseler ve kurumlarının içindeki mutluluk durumunu da gözden geçirseler, bu durumu olumlu yönde destekleyen ve negatif yönde etkileyen neler var baksalar, mutluluk bütçeleri artıda mı, ekside mi tespit edip, bu bütçeyi de en azından denk bütçeye ve hatta artı yönde geliştirmeye yönelik neleri farklı yapmalıyız bulsalar, belki de yapabilecekleri en güçlü işi yapmış olurlar düşüncesindeyim. Bu noktada belki de İnsan Kaynakları Bölüm’lerinin en güçlü desteği, kurumun yönetiminde ve yönetsel stratejilerinde bu farkındalığı oluşturmak yönünde olmalıdır. Mutlu günler…

 

Bugün Güne Nasıl Başladınız?

Smile-14Bugün güne nasıl başladınız? Kiminiz işe gitmek üzere, kiminiz evde, kiminiz okulda? Aslında benim sorum tüm bunlardan bağımsız ve çok basit, “Güne nasıl başladınız?” Kiminiz yönetici, kiminiz çalışan, kiminiz anne, kiminiz baba, kiminiz çocuk, kiminiz kadın, kiminiz erkek, yalnız benim sorum bunlardan da bağımsız, yalın ve sade “Bugün güne nasıl başladınız?”

Hayattaysak, nefes alıyorsak, her gün yeni bir güne başlıyoruz, döngü böyle kurulu. Kritik nokta şu: güne nasıl başlıyoruz, nedeni de şöyle: güne nasıl başlarsak, öyle de devam etme şansı veya riski  mevcut, güne nasıl başlarsak kendimizi hep öyle hissetme olasılığı var. İngilizcesi “gratitude”, Türkçesi “şükretmek” diye geçiyor. Şükretmek, yani teşekkür etmek, yani her sabah uyanınca önce bir derin nefes almak ve o nefesi alabildiğine teşekkür etmek, sonra her türlü zorluk ve güçlüğe karşın ona eşlik eden olumlu neler olduğunu keşfetmeye çalışmak ve onlar için teşekkür etmek, sonra bedenimizin üzerinde bulunan yuvarlak biçimli başımızın ön yüzünün en alt kısmında bulunan  ve açtığımızda konuşmamızı sağlayan dudaklarımızın yavaşça yukarı doğru kıvrılmasını, yanaklarımızın iki yana doğru hafifçe esnemesini, gözlerimizin hafifçe kısılmasını sağlamak, yani gülümsemek, çok zor geliyorsa kendiliğinden gülümsemek, küçücük, kısacık bir geçmiş yolculuğu ile geçmişten sımsıcak, keyif ve huzur dolu bir anı hatırlamak ve onunla birlikte kıvırmak dudakları hafifçe yukarı doğru ve oradan gelen duyguyu içinde hissetmek. Güne öyle günaydın demek, evde öyle dolaşmak, dışarı öyle çıkmak, yönettiğimiz ekiple öyle selamlaşmak, bilgisayarın karşısına öyle oturmak, çocuğumuzu öyle kucaklamak, sevgilimize öyle sarılmak.

Teşekkür etmek, şükretmek, gülümsemek, hepsi olumlu duygularımızın varlığını bedenimize, beynimize yani kendimize fark ettirmenin en güçlü yolları. Olumlu duygular insanın büyüten, besleyen, geliştiren, yapabilir hale getiren, cesaretlendiren, artı bire taşıyan duygular. Yalnız bir insanı da değil, bunları deneyimlemeye başlayan o bir insanın etrafındaki insanları ve o insanların etraflarındaki insanları, neden mi, çünkü tüm duygular bulaşıcılar, tıpkı hızla yayılan bir virus gibi.

Üzücü bir haber; olumsuz duygular daha hızlı bulaşıcı ve ne yazık ki daha fazla kalıcı ve yorucu. Hiç fark ettiniz mi bilmem, çalıştığınız ofiste yöneticiniz kızgınsa, mutsuzsa, gerginse, bütün ekip ne haldedir? Evde siz sinirliyseniz, yakınınızdaki diğer insanların genel görüntüleri nasıldır? Evet bunlar bilimsel olarak da kanıtlanmış gerçeklikler.

Olumlu duygular bizi büyüten ve geliştiren duygular, olumsuz duygular bizi tıkayan, yoldan alıkoyan ve hatta hastalık yaratan duygular. Olumsuz duygular son derece kalıcı, çünkü beynimiz onları güçlü bir şekilde kaydetmemizi önemsiyor, çünkü aynı duyguyu tekrar yaşarsak duygusal olarak korunmamızı sağlamayı hedefliyor. Olumlu duygular son derece çabuk uçucu, ama tıpkı küçük besleyici mineraller gibiler, küçükler ama kaybolduktan sonra ihtiyaç duyduğumuz kaynaklarımızı ortaya çıkarmaya yarıyorlar. Güne olumlu duyguyla başladıysak ve onu korumayı başardıysak, daha üretken, daha keyifli, daha sevgi dolu, daha yaratıcı bir gün tamamlıyoruz.

Bugün sabah öyle kalkmadıysanız bile şimdi denemeye var mısınız, hadi birazcık kıvırın dudakları yukarı doğru, izin verin yüz kaslarınız yukarı doğru hareketlensin, gözleriniz hafifçe kısılsın, hadi gülümseyerek başlayın, sonra tüm farkedilecek ne varsa teşekkür edebileceğiniz onları fark edin ve bugüne öyle devam edin, ister ekibinizi yönetin, ister yemek yapın, isterseniz ders çalışın ya da hatta isterseniz uyuyun, ama mutlaka aradaki farkı fark edin…