Güneşin ve rüzgarın perdeyle dansını izlerken o çok iyi tanıdığı hüzün kapladı içini. “İçimdeki sevinç nerede,” diye düşündü. “en son ne zaman buluşmuştum onunla? Neden şimdi yok, neden artık kolayca bulamıyoruz birbirimizi? Yeniden buluşmak istiyorum o sevinç kıpırtısıyla tıpkı eski günlerde olduğu gibi, ama uzun zamandır bir türlü beceremiyorum. Hüzünlü olmak değil niyetim ama nedense yakamı bir türlü bırakmıyor şu manasız hüzün. Kızları da üzüyorum, farkındayım da, elimde değil, olmayınca olmuyor işte. İstemez miyim ben de eski neşeme dönmeyi, yaşam sevincimi yeniden yüreğimde hissetmeyi!”
Aşağı kattan gelen sesle düşüncelerinden sıyrılmak zorunda kaldı.
“Anne, aaanneee”
Derin düşüncelere dalmışken gelen bu tatlı ses, onu bir anda şimdiye davet etti. Kabul etti şimdinin davetini. Gözlerini kırpıştırdı, koltuğunda hafifçe kıpırdadı, boğazını temizledi ve az önceki hüznün sahibi kendisi değilmişcesine canlı bir sesle seslendi “Efendim kızım, efendim”
“Anne İpek de geldi, yemek hazır, ne zaman iniyorsun aşağı? Geleyim mi seni almaya? Bak bu son çağrı ona göre!”
Demek İpek de gelmişti. Artık inmeliydi aşağıya. Kızlarını daha fazla bekletirse ayıp olurdu.
Bastonuna uzandı, çok sevdiği çiçekli koltuğundan usulca kalktı. Bu eve ilk taşındıklarında almıştı onu, geçen elli yılın şahidiydi koltuğu. Hüzünlerini, sevinçlerini biliyordu. Kim bilir belki de ondandı bu koltuğa her oturduğunda sevinçlerini arayışı. Ama nedense hep hüzünlerdi hatırladığı.
Biraz zorlanarak da olsa dikleştirdi kendisini. Tül perdenin arkasından bahçesine, bahçesini renklendiren gökyüzüne ve güneşe, her gün neşeyle oralarda dolaşan kuşlara baktı. Her zaman yaptığı gibi bir selam çaktı eliyle hepsine birden. Selamı sadece bahçeye, gökyüzüne, güneşe ve kuşlara değildi, geçmişte kalan sevinçlerine, içindeki hüzünlere de yolladı selamını.
Bastonuna güvenerek, tek ayağının topuğundan aldığı kuvvetle kapıya doğru döndü. Son yıllarda alıştığından daha hızlı bir dönüş olduğunu fark etti, beğendi ve kutladı kendisini.
Bu hızlı dönüşün ardınan bir hoşluk doldurdu yüreğini, eski günlerden aşina olduğu bir hoşluk. Şöyle bir yokladı içini, eskileri biraz karıştırdı ve hatırladı. Nasıl olduysa, bale yaptığı günleri getirmişti hafızasına az önceki dönüşü. Nasıl güzel dönüşler yapardı. Nasıl da dolardı o tatlı sevinç ve heyecan yüreğine her seferinde. Bir anda bütün hüzünleri dağıldı sanki ve istemsiz bir gülümseme yayıldı gözlerinden yüzüne ve kalbine.
Odanın kapısına doğru yöneldiği sırada epeydir bakmadığı aynasına bakmak geldi içinden. Saraylı annesinden kendisine hatıra kalan ahşap oymalı, sedef kakmalı kristal aynanın önünde öylece durdu. Hafif bozulmuş duruşuna, beyaz saçlarının, pespembe yanaklarının ve hala ışıl ışıl parlayan su yeşili gözlerinin aynadaki yansımasına bakarken tuhaf bir şey oldu ve aynadaki görüntü değişmeye başladı. Şaşırdı, şimdiki kendisi değildi gördüğü. En sevdiği bale kostümüyle dans eden gençliği vardı karşısında. İçi uzun zamandır aradığı sevinç kıpırtısıyla dolu olan genç haliydi aynadaki.
Olanları anlamaya çalışırken aynadaki gençliği uzanıp tuttu bugünkü ellerinden. “Ha geçmişte, ha bugün, o aradığın kıpırtı her daim senin! Al onu benden ve koy yüreğine,” dedi ve ekledi “sonra da izin ver buluşsun bugünün sevinçleriyle!”
Hiç sorgulamadı gençliğinin söylediklerini, elini hemen kalbinin üzerine koydu. Gözleri doldu, iki küçük damla yaş süzüldü pembe yanaklarından. Süzülenler hüzün göz yaşları mıydı, yoksa az önce geçmişten alıp yüreğine koyduğu sevinç kıpırtısının şimdiki hayatına verdiği hediyeler miydi?
“Nasıl oldu bu iş!” dedi kendi kendine. Olmuştu işte, nasılından kime ne! Aradığı sevinci armağan etmişti gençliği ona, hatırlatmıştı yüreğinin her zaman sevinçle kıpırdayabileceğini, hayatta her daim sevinç kıpırtısı yaratacak şeylerin var olabileceğini.
Aynaya bir kez daha baktı. Topuzunu düzeltti. Aynanın önünde duran makyaj kutusuna uzanıp pembe rujunu aldı, titreyen elleriyle boyadı dudaklarını. Beğendi görüntüsünü. Ne çok olmuştu böyle alıcı gözle aynaya bakmayalı, ne çok olmuştu rujunu sürmeyeli.
Odasının kapısını usulca açtı ve uzun zamandır olmadığı kadar keyifli bir sesle aşağı kata seslendi;
“Kızlar, siz koyun çorbaları tabaklara, iniyorum ben de aşağı. Ha, birinizin şu alengirli telefonundan da açın güzel bir müzik, şöyle keyifle bir yemek yiyelim üçümüz.”