
Mutluluk konusu eski Yunandan bugüne insanın zihnini meşgul eden bir konu. Kimileri için hayatın parçası, kimileri için de saçma ve uzak durulası bir kavram. Hatta mutluluğun kendi yaşamını sürdürürken zorlandığını söylemek pek de yanlış sayılmaz. En az mutluluk kadar zorlanan kavramlardan biri de optimizm, yani iyimserlik. Optimizmi körü körüne bir olumlu arayışı olarak niteleyenler için saçma, optimizmi yolunda gidenlerden kuvvet alarak hayata devam etmek olarak anlamlandıranlar için değerli. Belki bir seçim yapmak yerine tarafsız bir bakışla anlamaya çalışmak en doğrusudur, kim bilir.
Optimizmi destekleyen “Hayata “her şeye rağmen” farkındalık, umut ve güvenle devam edebilme ve bütünün içindeki detayları görebilme” becerisi, gerçek mutluluğun da temel gereklerinden. Yani aslında bu iki kavram birbirleri ile el eleler. Bu kavramların doğru tanımlanmasının ve hayata dahil edilmesinin keyifli ve faydalı bir yaşam için önemli olduğuna yürekten inandığım için olsa gerek, kitabım Pollyanna Mutlu muydu’yu da bu eksen etrafında yazdım. Ben de bir seçim yapmak yerine tarafsız bir bakışla anlamaya çalıştım. Bilimin bu kavramlarla ilgili söyledikleri, bu kavramlarla ilgili negatif algının nedenleri ve bu kavramları yaşamlarına aktaran insanlar, merak ve araştırma alanımın baş rol oyuncuları haline geldi.
“Optimizm, başarıya götüren inançtır; umut ve güven olmadan hiçbir şey yapılamaz.” sözlerinin sahibi Helen Keller, bu beceriyi yaşatan önemli örneklerden biri.
1880’de Alabama’da doğan Keller, 19 aylıkken yakalandığı ateşli hastalık sonrasında görme ve duyma becerilerini kaybediyor. Ailesinin ve Anne Sullivan isimli öğretmeninin desteği ile Braille alfabesi ile okumayı öğreniyor, parmakları ile yazarak iletişim kurmayı başarıyor, müzik çalan ortamlarda titreşimi hissederek müzik dinliyor. Harvard Üniversitesi Radcliff College’dan derece ile mezun olarak dünyada üniversiteyi bitiren ilk görme ve işitme engelli kişi oluyor. İngilizce, Almanca, Fransızca, Latince ve Rusça konuşabiliyor. Kadın hakları, engelli bireylerin eğitim ve rehabilitasyonları konularında çalışmalar yapıyor. “Hayatımın Hikayesi” isimli ilk kitabını 22 yaşında yazıyor. Yaşadığı süre boyunca kitap yazmaya devam ediyor, konuşmalar yapıyor. 1915 yılında kurduğu vakıf, görme kaybı ve körlüğü önleme, tedavi etme, yetersiz beslenme, önlenebilir hastalıklar ve sağlıklı yaşamla ilgili çalışmalarını halen sürdürüyor.
Keller’ın yaşamı parmak uçlarıyla keşfettiği söyleniyor. 7 yaşındayken ilk öğrendiği kelime “su”. Öğretmeni Anne, Helen’ı bir su pompasının yanına götürüp elini suya tutuyor. Suyun akışını hissetmesini sağladıktan sonra, parmaklarıyla Helen’in avucuna “su” kelimesini yazıyor. Avucunda hissettiği su ile kelime arasındaki bağlantıyı fark eden Helen, nesnelerin isimleri olduğunu anlıyor. Bu yöntem sayesinde kelimeleri hızla öğrenmeye başlıyor. Su kelimesi ile başlayan öğrenme yolculuğu bir kitabının ismine de ilham veriyor: Her Şey Su ile Başladı.
“Hayatımın Hikayesi” isimli kitabının arkasındaki cümle çok anlamlı: “Bakan körler, işiten sağırlar ve konuşan dilsizlerle dolu olan bir dünyada o, gören bir kör, duyan bir sağır ve kendini ifade edebilen bir dilsizdi.”
Keller’ın kitabında yer alan ve bizi yaşamlarımıza dikkatle bakmaya davet eden bir soru ile tamamlamak istiyorum.Sadece 3 gün daha görebileceğinizi bilseniz, o 3 günü nasıl geçirirdiniz?