Her gün aynıymış gibi gelse de, aslında her gün “yeni” bir gün değil mi?
Her Pazartesi, yine Pazartesi desek de, o Pazartesi “yeni” bir Pazartesi değil mi?
Her sabah güneş doğsa da, her doğan güneş “yeni” değil mi?
Her yıl sonbahar gelse de, her sonbahar “yeni” değil mi?
Yeni kelimesi içinde ne çok şey barındırır. Öncelikle bilmediğimiz, görmediğimiz bir şeylerle karşılaşma düşüncesini düşürür zihinlere. Merak uyandırır. Belki biraz heyecan, belki de acaba ne çıkar içinden kaygısı. Yani yeni kelimesi içinde kıpırtı ve hareket barındırır.
Bu haftaya başlarken içimden gelen soruyu sizlere de aktarmak istedim: Madem yeni kelimesi kıpırtılı ve hareketli bir kelime, bu güzel kelimenin hayatlarımızda yer almasının iznini ne kadar veriyoruz acaba?
Her gün yeni bir “ben” olarak uyandığımızın ne kadar farkındayız? Sanki aynıymış gibi dursak da, hem fiziksel, hem de düşünsel olarak değiştiğimizi ve yenilendiğimizi ne kadar görebiliyoruz?
Her günün yeni bir gün olduğunu ne kadar fark ediyoruz, ya da ne kadar izin veriyoruz o günün yeni bir gün olmasına?
Her ne yapıyorsak yapalım, ne kadar katıyoruz “yeni”yi o işin içine?
Hayatımızdaki insanları her gün yeniden ve onların da yenilendiklerini görerek bakmak için ne kadar çaba gösteriyoruz?
Ne kadar sıklıkla “her şey hep aynı” diyoruz kendi kendimize veya başkaları ile sohbetlerde? Aynı derken, aslında “yeni”ye haksızlık ettiğimizi ne kadar fark ediyoruz?
Gelin hepimiz biraz düşünelim. Ne dersiniz?
Yeni ve mutlu bir hafta olması dileklerimle…