Çok duyulan kavramlardan bir tanesi. Son derece popüler, son derece herkesin dilinde, son derece de hızla içi boşaltılmak üzere olan bir kavram. İngilizce kelime kullanmayı sevmiyorum, ama bana göre tam Türkçe karşılığı yok, an farkındalığı diyorlar, o anda orada olmak diyorlar, bilinçli farkındalık da diyorlar ama hala eksik bir şeyler kalıyor içinde.
Mindfulness’ın içinde geçen mind kelimesi bana yurt dışında merdivenlerin önüne yazılan uyarıyı hatırlatır; “mind the steps” yani basamaklara dikkat edin. Mindful olmak da dikkati içinde barındırıyor. Dikkatin de ötesinde fark etme, kontrol etme ve davranışı ona göre ortaya koymayı beraberinde getiriyor. Yaşanılan değerli zamanları daha güçle fark etmeyi sağlıyor. İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha istediği gibi bir yaşamı olmasını destekliyor.
Bunlar üzerinde kafa yorarken, Anne Marie Rossi’nin bir TEDxYouth konuşmasına denk geldim, buradaki anlatım hoşuma gitti. Odaklanmak, dikkatini o ana vermek, kendi kendini kontrol edebilmek ve duygu ve davranış arasına düşünme zamanı koyabilmek olarak bahsediyordu mindfulness kavramından. Mindfulness denilince kafamda oluşan görüntüyle iyi örtüştü bu anlatım.
O kadar çok bölen şey ve o kadar çok otomatikleşmiş alışkanlığımız var ki yaşamda, fiziksel olarak bulunduğumuz yerde zihinsel olarak var olmadığımız fazlasıyla zaman geçiriyoruz. Zihnimizin içi zaten dolu, dün olanlar, yarın olacaklar ve onların oluşturduğu duygular gezinip duruyorlar ve hatta zaman zaman fikir beyan edip konuşuyorlar. Kendi içimizde konuşan bu seslerin yanında, dış dünyada da bölen çok fazla etken var, mesela hayatın parçası olan cep telefonları, mesela televizyon, mesela gelen ve gönderilen e-postalar. Bir de bunların üzerine eklenen dış sesler var, herkesin paylaşmak istediği bir derdi var, anlatacağı bir konusu var. Bütün bu karmaşa arasında zihin neyi seçerse orada bir yerlerde kalıyor. Bazen çok önemli bir konu anlatılırken kendimizi cep telefonuna gelmiş mesajı okurken buluyoruz, bazen trafikte giderken zihnimizde yarattığımız senaryolar yüzünden stresin içinde boğuluyoruz, bazen çok istediğimiz bir filmi izleyip, film bittiğinde filmdeki detayları hatırlamadığımızı fark edip şaşırıyoruz. Biz olup bitenden uzaklaşıp, zihnimizin içini dolduranlarla meşgul olmaya başladığımızda, yaşamı sürdürmeyi destekleyen otomatik sistemler devreye girmek zorunda kalıyorlar, çünkü bakıyorlar sistemin yöneticisi şu anda burada yok, zihninin içinde dolaşıp duruyor, bari biz işleri ele alalım diyorlar. Bazen otomatik sistemler öylesine devrede oluyorlar ki, bir yakınımıza istediği ilacı vermek için hazırlayıp, bardağa suyu koyup, arkasından ilacı kendimiz içtiğimiz bile oluyor. (yaptım, biliyorum :))
Bütün bunlar olurken yan etkileri neler oluyor, yaptığımız iş her neyse, olması gerektiği gibi olmayabiliyor. Duygular davranışa direkt olarak aktarılıyor, yani sürekli bir reaksiyon verir halde kalınıyor ve kontrol bizim elimizde olmaktan çıkıp otomatik sistemin kontrolü altına giriyor. Arkasından yoğun bir zihin yorgunluğu hali baş gösteriyor hızla. Duygular, düşünceler, yaşanmış kızgınlık ve karmaşalı haller, gelecekte olması olası aksi durumlar, yakın çevremizdeki insanların bizden istedikleri, bizim kendimizden beklediklerimiz, yarattığımız kaygı, endişe ve stres kocaman bir balonun içini dolduruyor ve biz de o balonun içinde hapsolmuş gibi bir halde kalıyoruz istemsizce.
Buradaki anahtar kelime “istemsizce” kelimesi sanırım, çünkü tam da bu noktada yazımın başında sözünü ettiğim konuşmacının söylediği kendi kendini kontrol etme kısmı elden kaçmış oluyor.
Mindfulness olduğunda, içinde bulunduğumuz yer ve zamandayken, tam da o ana dair düşünceler ve o ana ait duygular zihnimizde yer buluyorlar kendilerine. Zihnin içinde bir sadelik ve ferahlık hali ortaya çıkıyor. Kendimizi duygu ve düşüncelerimizle eşleştirmeyip onlardan ayrıştırmayı başarıyoruz ve o andaki duygu ve düşünceleri yakalayıp, fark edip, ne şekilde davranmamız gerektiğine daha kolay karar verebilir oluyoruz. Odaklanmak istediğimiz her neyse, onun etrafında durabilir halde oluyoruz.
Yapılacak çok iş var, bunlar nasıl biter, bitmediğinde başıma neler gelir, zaten hep de böyle olur senaryosu üzerinde debelenip harekete geçememek yerine birer birer yapılmaya başlanıyor işler istenildiği düzen ve sıralamayla. Çok basit bir benzetmeyle, trafik tıkanıp arabanın içinde kaldıysak, olası senaryolar üzerinden kızgınlık yaratıp stresi çoğaltmak yerine durumu olduğu gibi kabul etmeye daha yatkın oluyoruz, çünkü doğru soruyu sorup doğru cevabı verebilir halde oluyoruz: trafik tıkandı, benim kontrolümde mi, hayır, farklı yapabileceğim bir şey var mı, hayır, şu anda kafamda oluşturacağım senaryoların gerçekleşeceği kesin mi, ona da hayır. Cevaplar bu şekildeyse, o zaman durumu kabul etmek ve daha fazla gerginlik yaratmadan o anda orada olmak daha bir mümkün hale geliyor.
Peki kolay mı? Alışmadıysak kolay değil. Hatta her alışılmadık davranış gibi başlangıçta oldukça da zor. İmkansız mı? Kesinlikle değil. Sadece kararlı olmak ve uygulamayı denemeye başlamak lazım. Bulunduğumuz anda içimizde, dışımızda, çevremizde olup bitenleri gözlemeye başlamak ve onların ortasında kendimizi fark etmek lazım. Bunları yapmaya başladığımızda, o anı bütün olarak fark etmek, olup bitene odaklanmak, kontrolü elde tutmak gibi sonuçlar kendiliğinden olmaya başlıyorlar.
Mind-ful olmaya hazır mısınız?
Mındfulness eşıttır Yaşamanın sadece yaşamanın tek başınabır mutluluk olduğunun tepeden tırnağa hıssedıldığı andır.Insanlarca çok az paylaşılan bu anlar çoğu zaman doğal ortamda ve saf aşklarda yakalanır. Bır papatyanın yalnızca bır papatyanın bütün bır hayatı ele geçırdığı kutlu anlarda Mındfull yada dığer adıyla ınnsan ıçının mutluluk dıye adlandırılabıleceğı bır dıngınlıktır, Bakılması gerenın dışında bır şeye bakmamaktır. selam ve saygılar